YEŞİL
Sanırım ilk defa kendimle ilişkilendirdiğim renk yeşildi. Kendimi beden olarak fark ettiğim yıllardı. Yani ergenlik yıllarım. Çevremi de sosyal olarak fark ettiğim yıllar olmalı ki, artık dış görünüşümün önemli olması gerektiğine kani olmuştum. Benim dışımda bir dünya vardı ve bana bakıyordu. Güzel görünmeliydim, dış dünya bana bakıyordu. Giyim önemliydi, renkler güzel şeylerdi, o halde kendime bir renk bulsam iyi olurdu ve belki de uyumlu renklerle eğlenebilirdim. Yeşilin bana yakıştığını söylediler çünkü gözlerim yeşildi. Yeşil bir paltom vardı. Bu palto benim için çok önemliydi, ilk defa kimseyi karıştırmadan kendim almıştım. Kocaman upuzun adeta çadır benzeri bir şeydi. En önemlisi de beni sarıp sarmalıyor hatta beni çok iyi saklıyordu. Bu gerekliydi çünkü dış dünya beni ürkütüyordu. Hem de çok ürkütüyordu. Onlar benim yeşil gözlerimi görüyor, yeşil paltomu görüyor ve dikkatleri orada oyalanırken ben de rahatlıkla kendimi saklayabiliyordum. Korunmaktan, saklanmaktan mutluydum. Bu gün anlıyorum ki, karakterimin baskın özellikleri çizilip şekillenirken ben resmimi yeşil renk ile boyuyormuşum.
Zamanla dış dünyaya alıştım, ilişkilerim çeşitlendi ve renklendi, saklanmaya korunmaya yeşile ihtiyacım azaldı, hayatım çeşitlendi ama ki dağıldı. Artık biraz da dış dünyaya aittim. Farklı farklı yeşiller görüyordum, hepsinin çok farklı tonları vardı. Mesela, Camilere uygun görülen yeşil beni irkiltiyordu. Yobazdı. Asker yeşilini beğeniyordum ama sertti, çok ürkütüyordu. Orda savaş vardı ve ben savaştan çok korkuyordum. Doğayı çok seviyordum. Artık tek kaçış noktam, beni saklayan doğa kalmıştı. Çok özgürdü, özgündü, beni şaşırtıyor heyecanlandırıyordu. Ayrıca uçsuz bucaksızdı ve ufuktan sonsuza gidilinebilirdi. Deniz vardı, orada yeşile mavi karışıyordu, yağmura gri, kara beyaz, geceye siyah, gün doğumuna turuncu.
Sonuçta doğayı da seviyordum insanları da..
İris pala 2020 Aralık / Torba / Bodrum