16 Ekim 2011 Pazar

Hızır Kampı


Hızır Kampı



Sekiz saat süren gece yolculuğundan sonra geldiğimiz yerde bizi bekleyen arabaya bindik.

Önce Zeytinli beldesine vardık. Arkasından iyice daralan eğri büğrü çakıl taşlı yollardan geçip Mehmet Alan köyüne geldik. Burası Türkmenlerin yaşadığı bir köy. Daha da dikleşen zor yollara doğru saptık. Şoförümüz bu karman çorman yolları avucunun içi gibi bilmekle kalmayıp, sanki buralarda araba kullanmak çok kolaymışçasına bizi kalacağımız yere ulaştırdı.

Kampta bizi ilk olarak sevimli surat bir köpek karşıladı. Sonradan adını öğrendiğimiz Esmer sanırım en cana yakın olanıydı. Diğer iki köpekten birinin adı Kara diğerinin ki de Fitan Fili. Fitan fili aslında mavi kuyruklu bir kertenkele cinsiymiş. Bu dost köpekler, kampın çevresinde yürüyüşe çıkanlara rehberlik ediyorlar ve her kim olursa olsun mutlaka kampa geri döndürüyorlar.

Hızır Kampı, vadinin tam içinde, zeytinlikler arasında ve etrafı çam ağaçlarıyla çevrili. Bütün evler taş veya ağaçtan yapılmış. Hemen yanında çok güzel, tertemiz berrak suyu olan bir akarsu var. Yer yer de göletler oluşmuş. Her hücrenize kadar sarmalandığınızı hissediyorsunuz. Ve su atlamanız için size her an bir davet sunuyor. Ancak su buz gibi soğuk. Hemen atlayıp bir süre yüzmeniz gerekiyor ancak ondan sonra artık çıkasınız gelmiyor. Sanki sizde yüzyıllardır bu doğanın bir parçasıymışsınız gibi hissediyorsunuz. Balıklar hemen çevrenizi sarıyor ve sizden asla ayrılmak istemiyorlar. Boy boy renk renk yuvarlak taşlar var. Adeta hepsi o yüksek kaya parçalarının çocukları gibi. Ağaçların dalları hep suların içinde. Suya girince suyla, ağaca çıkınca ağaçla, otururken taşla, toprakla, esen rüzgârla bütünleşiveriyorsunuz!

Asıl söylemek istediğim, ben burada beklenmedik bir şekilde bir kaya parçasına âşık oldum. Dalgın dalgın yürürken aniden karşıma çıkıverdi. Etrafıma bakındım, kimsenin olmadığına emin olunca, usulca gidip o’na sarıldım. Beni hemen kabul etti. Bende kendimi iyice ona açarak, kollarım, göğsüm, bacaklarım, tüm bedenimle onu kucakladım. Gün ortası olduğu için güneşin tüm sıcaklığını bana geçirdi. Gece olsaydı gecenin soğukluğunu vereceğini düşündüm. Cüssesi inanılmaz büyüktü. Yüzeyi pürüzsüz. Yanağımı dayadım. Kalakaldım. Sonsuz güven vericiydi. Ara ara başımı kaldırıp onu incelemeğe çalıştım. Güzelim açık gri renginin arasında sarı çizgileri vardı. Yol yol yıl yıl. Binlerce yıldır yaşadığını belli eden bir bilge. Tüm bilgeliğini de içime almak istedim. Yanından zor ayrıldım. Biraz uzaklaşıp baktığımda, pürüzsüz dış yüzeyine, çizgilerine, heybetine, doğasına tekrar hayran kaldım. Hatta fark ettim ki; tüm bilgeliğiyle bana yön gösteriyor. Hayata dair.

Genç halini düşündüm. Ancak ve ancak yıllar içinde, sabırla bir tek su taşa hükmedebiliyor.





İris



Ekim 2011

Torba-Bodrum


9 Ekim 2011 Pazar

Bir Serginin Ardından

Bir Serginin Ardından



Temmuzda Torba’ya geldiğimde beni ciddi bir sürpriz bekliyordu. Yaklaşık üç senedir Torba’da yaşayan kocam Can Pala nam-ı değer Jean Paul, artık ben de Torba’da daha uzun süreler kalayım diye çeşitli numaralar hazırlıyordu. İşlettiği Yengeç Restaurant-Plaj’ın yan kısmına Yengeç Sanat Platformu açmıştı. Ve iki gün içinde de benim sergim açılıyordu. Otuz kadar 100x100 cm. tablo ile kucak kucağa kalmıştım. Serginin açılacağı alan gerçekten de bir sanat platformuydu. İlerleyen günlerde de Rifat Koçak’ın metal konstrüksiyonlarından oluşan devasa heykellerine, Ahmet Hıdır’ın kendisi gibi sıcak, dost seramiklerine, Maryam Hamed Esmaili’nın, Saliç Koçak’ın renkli yağlıboyalarına, Yıldız Feldman’ın Bodrum evli ebru ve fotoğraflarına ev sahipliği yapacaktı. Platform, Torba koyunun tam ortasında, denizin üstünde, zeytin ağaçlarının gölgesinde, zakkumlarla çevriliydi. Çok heycanlıydım. Bu benim açık havada ki ilk sergim olacaktı. Davetiyeler hazır, yenecek içecek nevaleler belliydi. Bir de, önünden başımı eğip, yüzümü kapatarak geçtiğim, üstünde benim kocaman resmimin olduğu bir sergi panosu vardı. Hay allahım…

Önce endişeyle sonra merakla resimlerime tek tek baktım. Yerleştirmeğe başladıkça içimi bir sevinç kapladı. Yavaş yavaş resimlerin de bu durumdan hoşnut olmağa başladıklarını hissettim. Şimdiye kadar hep güzel, büyük ama kapalı salon duvarlarında sergilenmişlerdi. İlk defa açık havada sergileneceklerdi. Resimler yerlerini buldukça sevincimiz arttı. Ve fark ettim ki, yıllardır yaptığım bu resimlerin renkleri, doğanın renkleri ile ne kadar da uyumlu imiş. Ve fark ettim ki, kapalı mekânlarda yaptığım bu resimlerin renklerini hafızam hep doğadan biriktirmiş. Zeytin ağacının kabuğunun yeşilimsi grisi, yapraklarının gümüşi yeşili, denizin turkuaz mavisi, gökyüzünün camgöbeği mavisi ve zakkumların pembesi.

Çok keyifli geçen bir sergi oldu. Bodrum’un yerel gazetesinde yayınlanan yazımı da burada paylaşmak istiyorum.

“iris”

Dış dünyamın güzelliğini, renklerini, iç dünyamın değişkenliğini, şaşırtıcılığını, hayatın acı tatlı yanlarını sözlerle ifade edebilmeyi beceremediğim için Resim yapmağa başladım.

Benim için Resim, kendimi önce kendime sonra başkalarına anlatabileceğim en güvenli alan oldu. En içten duygularımı en dürüst şekilde ifade edebileceğim en cömert alan. Ve tabi ki tutkuya dönüştü.

Kadın;  resimlerimde ister istemez ön plana çıktı. Bir de tamamlanmamışlık… Tuvalimde yer yer görülen bitmemişlik izlenimi veren eskiz çizgileri, doymamış boyalar, bazı bölgelerde olgunlaşmış renkler ve tamamlanmış resimler. İşte benim resmimin ana hatları. Bunların bizimle, hayatlarımızla örtüştüğünü düşünüyorum.

Yengeç Sanat Platformu’nda açtığım bu sergi benim için çok özel oldu. Birincisi Yengeç Restaurant işletmecisi olan eşim Can’ın bana bir sürprizi olarak gelişti. Adeta Torba’ya gelişimi kutlayan bir açılış oldu. İkincisi de açık havada, doğada yapılan ilk sergim. Şimdiye kadar hep çok güzel büyük sergi salonlarında sergiler açtım. Ancak hepsi de kapalı mekânlardı.

Bu sergiyi yerleştirirken aniden fark ettim ki benimle birlikte resimler de mutlu olmaya başladılar. Adeta hepsi renklerini doğayla birleştirdiler. Zakkumun pembe çiçeği, zeytin ağacı gövdesinin kabuğu, çakıl taşları, fonda ki mavi deniz ve gökyüzü, balıklar da duruma dâhil oldular mı bilmiyorum. Sadece ara sıra esen şiddetli rüzgâr resimlerin uçmasına neden oldu ve belki de bunu kıskanan kuşlar da bazı resimlerin üzerine pisliklerini bırakmayı ihmal etmediler.

Bilen bilmeyen, yoldan geçen herkesin ziyareti, ilgisi hepimizi çok mutlu etti.

Yengeç Sanat Platformu’nda bu sergilerin devam etmesini diliyoruz.



Seneye daha da güzel sergilerde buluşmak dileklerimle. Heyecanla bekliyorum.



İris

Ekim.2011

Torba-Bodrum