23 Ekim 2013 Çarşamba

OTURUP KALMAK





 

Yalı’nın taşları yuvarlak, pürüzsüz ve sımsıcak. Ekim ayı ve Yalı’da deniz kenarına geldik. Güneş olabileceği en yüksek seviyede. Tam sağımızdan, kızgın ışınlarını yanağımızda patlatıyor. Çok şiddetli poyraz esiyor. Sert ve oldukça soğuk bir gün. Deniz dümdüz ve pırıl pırıl. Sular hafif bir hışırtıyla çakıl taşlarından sahile vuruyor. Berrak turkuvaz sular hemen derinleşip laciverte dönüşüyor.
Burası Gökova’nın başı.
Yere oturmak istiyoruz. Önce taşları üst üste getirip bir tümsek yapıyoruz. Oturma kemiklerimizin tam altına gelen taşlarla yerden biraz olsun yükselmek amacımız. Ki bağdaş kurduğumuzda kasıklarımız sıkışmasın, dizlerimiz aşağı doğru sarksın ve bacaklarımız uyuşmasın. En rahat oturuşumuzu bulmaya çalışıyoruz.
Sadece oturup kalmak istiyoruz. Öylesine. Düşünmeden. Hiçbir şey yapmadan.  Kendiliğinden. Tar dost ve benim bu gün ki işimiz bu.
Yalı’nın yuvarlak, sıcak taşlarını, kalçalarımızdan bacaklarımızın dış kenarlarına oradan da baldırlarımıza ve ayaklarımızın dış kavislerine doğru hissediyoruz.
Gözlerimizi kapatıyoruz. Güzel bir gün.
Bedenimin alt kısmının, taşların arasından sızıp kuma oradan da Gökova’nın mavi serin sularına karıştığını hissediyorum. Bu yayılmanın etkisiyle kuyruk sokumumdan ense köküme oradan da başın tepesine, gökyüzüne doğru uzuyorum. Gök kubbeye asılıyorum.
Gözlerim kapalı.
Kuzeyde soğuk rüzgâr, güneyde kavurucu güneş var. Dönüyoruz. Döndükçe azalıyorum. Azaldıkça küçülüyorum.  Evrende bir noktacık kalıyorum..
Boynum, başımla bedenimi rahat, yumuşak bir şekilde bağlıyor. Boğazım açık.  İçimden geçen rüzgârı hissedebiliyorum. Omuzlarımdan aşağı doğru kollarım akıyor. Yumuşak. Karnım gevşek.
 Nefesim doğal.
İçime dolan hava, koltuk altlarından, göğüs kafesini oradan da tüm bedeni genişletiyor.
Genişledikçe büyüyoruz. Büyüdükçe şeffaflaşıyoruz. Şeffaflaştıkça yok oluyoruz. Güneş yakıyor. Her şey birbirine karışıyor. Bir ve bütün. Kıpırdamıyoruz. İçimizdeyiz. Duyuyoruz. Hissediyoruz. Biliyoruz. Dışımızdayız.
 Biz iç dış biriz.
 Bütün, geniş, berrak.
 Özgür, neşeli, durgun, sessiz.
 Uzak.
 Zamansız.
 Uzun.
Zaman uzadı biz uzadık.
Biraz uzandık. Gözlerimiz kapalı. Nefesimiz sessiz.
 Ne zaman ki gözlerimizi açtık, dışarıda daha parlak bir dünya, arkamızda da tersanenin tok tokmak sesleri.
 Karnımızsa aç ..




iris
Ekim.2013. Yalı

19 Ekim 2013 Cumartesi

SEREN




İlk duyduğumda, önce sadece ses tınısı hoşuma gitmişti.
Sonra da sevgilimle aynı anda birbirimizin gözlerinin içine bakarak onayladığımız tek isim olmuştu.
SEREN
Kayınpederimin önerdiği bir isimdi.

Şimdi düşünüyorum da,  ne kadar da önemli ‘ses tınısı’.
Yani sesin frekansı, titreşimi.
Dışımızda oluşan ses dalgaları, titreşerek bize ulaşıyor, bize dâhil oluyor ve aynı frekansta, aynı titreşimle bizi etkiliyor. Bizde, bizim bedenimizde titreşimler oluşturuyor. Aynı anda, içimiz ve dışımız aynı frekansta titreşmeye başlıyor. Adeta iç ve dış bir oluyor.
Yanınızda sevgiliniz var ise o da bu dalgalanmalara dâhil oluyor. Ve karnınızda ki o minik canlıcık yani bu günün bi tanesi kızım da aynı ses titreşimlerini hissedebiliyor.
Müzik gibi.
Bu dalga selinin ruhlarımızı da içine aldığına eminim.
Sevgi gibi.
Bu gün, şu an ise, önümde sonsuz ufuk çizgisine kadar uzanan denize bakıyorum.
Yer gök dümdüz.
Mutlak huzur var.
Her şey sonsuz.
Kıpırtısız,  sakin, mavi.
Beyaz teknenin orta direği denizin ortasından çıkıp, bulutları aşıp, gök kubbenin en üst noktasına asılıyor.

Yer yüzünden…   Gök yüzüne…



İris
 Ekim.2013.torba




SER;
·         Baş, kafa,
·         Lider, başkan, reis
·         Tepe, zirve, doruk
·         Uç, kenar
·         Nihayet, son
·         Niyet, heves, gaye
·         Taraf, yer

SERENİTY;
·         Durgunluk, dinginlik, sükûnet
·         Huzur
·         Berraklık

SEREN;
·         Yelkenli gemilerde ana direğe dik olarak bağlanan ve yelken germeye yarayan ağaç
·         Yelkenli gemilerde yelken açmak için ve işaret kaldırmak için direğe bağlanan gönder

14 Ekim 2013 Pazartesi

MEVSİM






Mevsimler çok önemli benim için.

Artık yaşantımın çoğu dışarıda, açık havada geçiyor.

O günün sıcaklığını, rüzgârın ve yağmurun durumunu bilmek istiyorum.

Eskiden umurumda bile olmayan rüzgârla daha yeni yeni ahbap olmağa başlıyorum. Biraz sert esince korkup içeri sığındığım rüzgârla artık haşır neşir olabiliyorum.

Güneşsiz yaşayamayacağımı düşünüyorum.

Yağmurun bolluk bereket getirdiğine inanıyorum.

Ayın hallerinden etkilendiğimi biliyorum.

Yediklerim, içtiklerim, düşündüklerim, hissettiklerim, bedenimi oluşturuyor.

Maki çalıları, sıcacık çakıl taşları, ormanın patika yolları, kıpırtısız koylar, masmavi gökyüzü, beyaz pamuk bulutlar, deniz kabukları,  egenin balıkları hep benimle beraber.

Artık, ölümden de o kadar çok korkmuyorum.

Çünkü her şey doğadan geliyor.

Doğada her şey olduğu gibi, olması gerektiği gibi.

Kabul, yumuşak geçişlere izin veriyor.

Doygunluk, huzur ve sakinlikle geliyor.

Doğanın değişim coşkusu, şevk veriyor.

Her şey ağır ancak tutkuyla akıp gidiyor.




iris

Ekim.2013.Torba