6 Aralık 2012 Perşembe

Yine Resim





Boya ve Renkse derdin
Figürün önemi yok.

Tamamlamaksa
Önce kendine bak.

Tesadüfler nereye kadar
Kontrol ne ölçüde

Her şey üst üste
Tekrar yok.

Başlangıçlar bitme noktasından
Gerisi sonsuzda.

Sevgili boşlukta
Ben bir





iris

Ekim. 2012

28 Kasım 2012 Çarşamba

CRİMSON ALİZARİN




 

Kalçalarımdan kasıklarıma oradan mideme ve kalbime doğru fışkıran crimzon alizarin. Her tarafa dağıldı, yayıldı, sıçradı. Temizlemek isteyen kim?

Beni boğazlayan, gırtlağıma dolan, tıkayan prussian mavi. Ne nefes alabiliyorum, ne de konuşabiliyorum.

Neyse ki aradan parlayan, az biraz yaşama izin veren violet. Beni biraz yatıştıran, sakinleten mor.

Sınırlı tuvallerin sıkışıklığı. Ardından girdaplar, kurallar ve söylenenler ve öğretilenler.

Resmin beğenilmesi için, resmin resim olması için; renkler mutlaka karıştırılmalı, ton üstüne ton kullanılmalı, ritim, uyum, doku, espas, perspektif. Saçlar şu şekilde, kıyafetler bu şekilde yerleşmeli, doğru yerde olmalı. Etik kurallar, adap, örf, adet, sofrada bıçak daima sağa konur. Terbiyeli ol. Teşekkür et. Yerinde özür dilemeği bil.

Hah… Kurallar olmasa ne olurdu? Ben düşünemedim. Bilemem.

Hep bedenim aracılığı ile hayata dâhil olmak, yaşamak, hayatın üstesinden gelmek beni mutlu etti. Kendimi bedenimden buldum. İfademi bedenimden yarattım.

Şu anda belki bunları yazabiliyorum ama hislerimi, düşüncelerimi, kelimeler ve sözler üzerinden söylemek beni hep zorladı. Başarılı olamadım. Onca resmi de bu nedenden ötürü yapabildim. Onca işin üstesinden gelebildim. Hayatımı, işimi, uğraşlarımı yaratabildim.

Beni rahat bırakmayan tüm duygular ellerimle ifade bulup gözlerimden fışkırdılar.

Şimdi daha mutluyum. Doğaya daha yakın yaşıyorum.

 

 

 

 

iris

Torba. Kasım.2012

7 Kasım 2012 Çarşamba

KAYRAKTAŞI ile SAKIZAĞACI






Ben yüzlerce yıl öncesinden geliyorum. Ana rahmim sığ denizler. Tortul kalkerin çökelmesi ilk oluşumum. Değişmem için çok uzun süreler gerekti. Volkanik lavlar olmasaydı kristalize olamazdım. Bu değişimime metamorfoz deniyor.

Ben Kayraktaşı’yım. Evim, Muğla iline bağlı Yalıçiftlik Beldesi, Alazeytin Köyü. Yaşımı söylemek zor. Sarı-turuncudan gri-siyaha kadar değişen renklerim var. Bedenim katman, katman. Arada çatlaklar oluşmuş. Bedenim de yer, yer bitki fosillerine de rastlayabilirsiniz. Ruhum ise yüzyılların bilgeliğine sahip.

Bir yönden çok güçlüyüm, bir yönden ise çok zayıf. Aslında, bu sessiz ve ağırbaşlı halimle insanların gönlünü kazandım. İnsanlara yakın olmak çok hoşuma gidiyor.

Taş ustaları, dostlarım. Onlar bana değer kazandırıyor. Taş ocaklarında çalışanlar ise genelde çilekeş gençler, emeklerinin ise karşılığı pek yok.

İşim, ev olmak, yola döşenmek, alabildiğine yerlere serilmek, iç mekân süslemek, bahçe duvarları, setler bensiz düşünülemez.

Serin, sır vermez, su geçirmezim. Doğal, dayanıklı ve güzelim. Ben doğadan bir armağanım.

Bu gün hava nem kokuyor. Kasım ayı. Denizde balıklar kıpırdamıyor. Yer gök gri. Islak. Sessiz. Sadece şu en uzak köşede, sanki güneş bulutları yırtmış da bir ışık huzmesi halinde karayla denizin birleştiği yere düşmüş. Pırıl, pırıl, sarı-turuncu bir aydınlık. Çarpıcı. Şaşırtıcı.

Kedi fareyi yakaladı, parendeler atıyor. Kuşlar üzümleri didikliyor. Ben zeytin topluyorum. Budandığına inat sakızağacı tüm kokusunu etrafa bırakıyor. Utanmadan.  Balıkçı motoru kendinden büyük sesiyle koyu yırtarcasına bir gayret balık sürüsünü kovalıyor. Yerdeki, duvardaki kayrak taşları yağmurun ıslaklığıyla renkten renge dönüşüyor.

Buraların taşı kayrak. Benim taşım da kayrak. İri, topak kayrak taşları ile döşeli bahçe duvarım var. Keşke bu şekilde yığma teknikle yapılmış kayrak taşından bir evim olsa. Yeşillikler içinde. Bir tane de sakız ağacım.

Ben sakız ağacı olsam, kayrak taşına âşık olurdum.



iris

Kasım.2012
Torba. Bodrum

4 Kasım 2012 Pazar

Bitmeyen Özgürlük





Özgür olmak için kişi kendini tanımak zorunda, bilmek zorundadır. Çevresinin ve dünyanın farkında olmalıdır. Toplumun koyduğu kuralları, politik oyunları ayırt etmek durumundadır. Doğayı kavramakla yükümlüdür. İşbirliği ve dengeyi anlamak durumundadır.

Kişi kendini tanımadan özgür olamaz. Kendini bilemeden özgürlüğü nerede bulacağını bilemez. Özgürlüğün ne olduğunu bilmek için de kendinden öteyi de bilmek zorundadır. Bilmeden sorumluluk alınamaz. Özgürlük bir sorumluluk işidir. Kendinin ve yaşamının sorumluluğunu almak. Tüm yaşamının sorumluluğunu alamayan özgür olamaz.

En büyük yalandır; vaktim yok. Çünkü kaçmaktır, en kolay olan. Erteleme kelimesidir, en masum görülen. Suçu ve suçluyu dışarıda bulmaktır, en cazip olan.

Kendini bilmek zor iştir. Kendini bilen ancak kendi olabilir. Bunun için de kendinle uğraşmak gereklidir. Kendinle uğraşan kendini geliştirebilir. Kendisi için olanı kavrayan, ayırt edebilen ancak özgürlüğünü keşfeder. Bir uğraştır özgürlüğe sahip olmak ve onu sürdürmek.
‘Ben böyleyim ve her istediğimi yaparım’ sözleri, özgürlük bilinci ile alakası olmayan, şapşallık, şuursuzluk nidalarından başka bir şey değildir.

Doğanını en gizli sırlarını keşfe çıkarcasına, bedenini araştırmak. Evrenin bilinmezleri arasında gezinircesine, düşüncelerinle olmak. Varoluş bilincine dalarcasına, duygularına izin vermek. Kendini bilmek. Kendin olmak. Özgürlüğene vakıf olmak. Özgürlüğünü hak etmek.  İnsanoğlunun, yaşamındaki en önemli işidir.

Sınırlarını tanımak. Zor diye nitelendirdiklerinin aslında kolay olduğunu anlamak. Hep baktığı yönden başka yönlere de bakmak. Yönünü değiştirmek. Güvenlik alanlarının dışına çıkmak. Tüm bunların yaşamak olduğunu bilmek. Toplumun koyduğu sınırları görmek. Medeniyetin yüklediklerini ayırt etmek. Tercihlerini kendin için geliştirmek. Çalışmak. Mutlu olmak.

En nadide çiçekten daha değerli olduğunu bilmek. Ömür belki de bir kelebeğinkinden bile daha kısa. Hayat evren kadar gizemli. Biz, bir maymun kadar muzip bir at kadar güçlüyüz. Denizlerden de engin.

Bizler ölümlü. Aşk sonsuz.






iris

Kasım. 2012.
Torba. Bodrum.

25 Ekim 2012 Perşembe

DUDU





Dudu. Bir köylü kadını değil. Şehirli hiç değil. Görür görmez, tanır tanımaz sevdiğim bir kadın. İlk olarak bizimle çalışmak için geldi ve hep arkadaşım olarak kaldı.  Kızılağaç beldesine bağlı Çilek köyünden. Kocası Dursun. O da çilek köyünden. Dudu ve Dursun, analarından atalarına Çilek köylü. Çilek’te bir evleri var. Sadece kışın oturuyorlar. Sobası var. Vadiden yükselen tepenin üstünde. Kışın hep güneşli. Vadinin diğer yamacı ise zeytinlik. Bir baştan bu ortaya Dudu’nun, diğer baştan şu ortaya kadar da Dursun’un zeytinleri..

Zeytinlikleri de aşıp en tepeye ulaştığında denizi görebiliyorsun. Uçsuz bucaksız Gökova körfezi. Alabildiğine koyu, alabildiğine lacivert. On beş dakikalık bir iniş yolu da seni Yalı beldesine ulaştırıyor. Bodrum’un en güzel koyu. Gökova körfezi tam buradan başlıyor. İri, oval, sıcacık çakıl taşlarıyla. Girer girmez hemen derinleşen sular ve arkada makili dağlar. Mavi gök. Pırıl pırıl.

Dudu, bir kere görebileceğiniz en güzel, en güler yüzlü kadın. Kahkahasını metrelerce öteden tanıyabilirsiniz. Son derece zeki. Ama asıl önemlisi, hayatı sağduyusu ile öğrenmiş. Yaşamı kendinden. Doğayı kalbinden tanıyor. Hayatı doğallıktan izliyor. Can göz bebeklerinde. Acıyı acı, tatlıyı tatlı biliyor. Dolaysız. Açık. Olduğu, geldiği gibi..

Dudu’dan öğrendiğim ve öğreneceğim çok şey var.

Önce kayınvalidesi yatağa düştü. Arkasından babasını kaybetti. Hep bizimle birlikte çalıştı. Kendisine nerede ihtiyacımız oldu ise o işimize koştu. Bu mevsimin son günlerindeyiz ve Dudu hala bizimle birlikte çalışan tek kişi. Şu günlerde babasının, kayınvalidesinin, on ikinci gün ve elli ikinci gün dualarını okuturken, kızı Sevgi’nin düğün davetiyelerini dağıtıyor. Davetiyelerin yanında mutlaka bir şal, bir tshirt, bir havlu hediyesi de var. Sevgi’nin evinin eksikleri, bir İstanbul’da bir burada düğün, kınası ve Dudu’nun kahkahaları..

Çok iş var. Düğün bitecek, zeytin var. Zeytine gidilecek, toplanacak, taşınacak, sıkılacak işler hiç bitmeyecek, ama yapılacak. Dudu bundan emin. Çünkü kendinden emin. Çünkü kendinle ve hayatla barışık. Kendini ve hayatı seviyor. Acı tatlı doğal.

Dün yağmur yağdı. Bildik Bodrum yağmuru. Kovadan su dökercesine. Deniz patladı. Dalgalar denizden çıktı yola, duvarlara vurdu. Her taraf yağmur rengi deniz çamur. Bu gün ortalık süt liman, dün kaç kez kurutamadığımız çoraplarımızı bıraktık ayak parmak uçlarımızı güneşe serdik, ısınsınlar. Etraf dümdüz. Ses seda yok. Sonsuz sükût. Gök mavi. Beyaz topak bulutlar var. Her şey ıslak ve parlak.

Bu mevsimin ilk yağmuruydu. Buraları için çok kıymetli bir zaman. Kavurucu sıcaklardan sonra, sezonun yorucu kalabalıklarından sonra bir ilk. Dudu dedi ki; yarın biraz geç geleyim. Çilek’te uyanayım. Bahçeme bakayım. Bana da döndü ve ilave etti; hemen toprağını eşele, tohumlarını serp, ne varsa maydanoz, nane, tere. Soğan, pırasa dik, bir aya kalmaz yeşerirler. Çıtır, çıtır kopar. Zeytinyağında çevir. İstersen sarımsaklı istersen sade ye. İşte sana akşam yemeği.

Hayatı hafifleten bir kadın.

Dudu, senden öğrendiğim ve öğreneceğim çok şey var.



iris
Ekim. 2012


28 Eylül 2012 Cuma

YAKARI


YAKARI

 

Umarım

Duygular kemale erince

Söz cemale düşünce

Hiçbir sır kalmayınca

Sihir bozulur

 

 

 

iris

 

AYM






Annemle konuşuyorum. Adı Dana…..; her şeyi bilen demek. Gerçekten de öyle. Rana olsa imiş; en güzel demek olacakmış. Ama gerek yok. O zaten en güzel ve her şeyi bilen.


81 yaşında. Beyne giden damarlarda tıkanma söz konusu. Rahatsızım. Kendimi ciddi derecede baskı altında hissediyorum. Hem çevrenin baskısı, hem de tek kızı olmanın sorumluluğu.


Büyüdüğüm çevrenin insanları, Osmanlı torunları, Atatürk kadınları. Tabii ki eğitim düzeyleri yüksek, sosyo-kültürel olarakta durumları oldukça iyi. Malum, bu kişiler, bu düzenin sınırları içinde, kendi sınırlarına sadık, başkalarının sınırlarına saygılı, ayrıca özgüvenleri son derece yüksek dolayısıyla da koşulsuz tartışmasız son derece başarılı insanlar. Her zaman hayatın üstesinden gelebildikleri gibi, asla vede asla kontrolü  bir başkasına teslim etmek istemiyorlar.


Aneminde hayat akışında birtakım aksaklıklar olmağa başlayınca, aklımın döndüğü, dilimin el verdiğince, artık yaşam şeklini biraz değiştirmesi, bazı alışkanlıklarından da vaz geçmesi gerektiğine dair bir iki söz söylemeğe çabaladım.


Tüm otoritesiyle cevap verdi. ‘Bana yaşlı muamelesi yapmayın!’ ve kendinden emin şekilde de ilave etti. ‘ ben kendi istediğim şekilde özgür yaşayacağım’


Boğazımda balmumu tıkanıklığı. Kalbimde bıçak sızısı. Midem de bir blok. Kafamın içi boş. Başım dönüyor. Beden hatlarım silikleşti.

Saatlerce meditasyon. Onlarca yoga. Denizde yüzlerce kulaç attım. Biraz biraz kendime geldim. Dengemi buldum.


Yapacak bir şey yok. Her şey olması gerektiği gibi.

Bu çevre, yaşadığım ortam, annem, babam, tüm yakınlarım, herkes, her şey… Bunların hepsini ben mi seçtim yoksa her şey bir tesadüf mü? Hiç fark etmez. Tüm bunlar aynen böyle olmasaydı ben kendimle bu denli uğraşır mıydım? Bu günler böyle yaşanabilir miydi? Yarınlar için bu kadar mutlu olabilir miydim?


Teşekkürler…



Hayat bu. Olduğu gibi.

Hayatı paylaşarak yaşamak da böyle bir şey.

Herhalde…

Yolun istediğin gibi ve açık olsun annem.

Aym …







iris

Eylül.2012

27 Ağustos 2012 Pazartesi

AŞK






Her yerde…

Aşk,
    Korkusuz, endişesiz, telaşsız, hesapsız, dayatmadan..

Aşk,
    Karmaşadan uzak, kıskanmadan, ızdırap yüklemeden..

Her zaman…

Aşk,
    Hassasiyetle, masumiyet ve açıklıkla, sakin ve tutkulu..

O, ebedi
        Biz, ölümlü
O, sürekli
        Biz, ayrılıkta
O, her yerde
        Biz kayıp
O, her zaman
        Biz kopuk

Aşk,
     Doğalın, doğanın içinde
     Bizim, kendimizin içinde

Aşk,
    Her yerde
Biz ….




iris

Ağustos.2012

CEMALİ





O bana babamı hatırlatıyor. Yüzü, gözleri, elleri, duruşu.
Âşık olduğum babam. Bana âşık olan babam. Artık hayatta olmayan babam.
Ben onu görünce babamı biliyorum. Hala ona sahip olmak, onu tutmak, ona âşık olmak istiyorum. Ona sarılmak, onu sıkmak…

Âşık olduğum babam.

O beni görünce babasını hatırlıyor. Onu reddeden babasını. Onu istemeyen. Ondan dolayı hayatını kurduğu ve kötü olarak nitelendirdiği. Beklide nefret ettiği… Bilemem?

Onu reddeden babam.

Aynı baba.

Aynı babanın iki farklı yüzü.

Benim için; sonsuz kabul edici, eşsiz, yaratıcı, muzip, kocaman elli. Beni kaplayan baba.

Âşık olduğum adam.

Onun için tamamen farklı.

Aynı babanın iki farklı yüzü.

O babama benziyor.
Ben Ona.
Babam hepimize..

Ben Ona yöneldim.
Babam benden uzak..

Ya.. Babamın izdüşümleri?
Farklı. Başka. Her yönde…

Babam her yerde..


Özgür irade ve Kader, birbirinden ne kadar farklı? Ne derece ayrı?


Biri birinin cemali, biz birbirimizin cemali.

Neyse ki Aşk hep var, bizlerse ölümlü…





iris

Torba. Ağustos 2012

25 Temmuz 2012 Çarşamba

KİM





Önce bedenime baktım.

Ayaklarım.
Ayak parmaklarım. Tek tek birbirinden ayrı. Ayak kavsi. Parmak kökleri. Topuk. Kök saldığım anlarım. Denge. Tüm yükümü taşıyan. Beni bir yerden bir yere götüren, ulaştıran, yürüyen ayaklarım.
Bileklerim. İnce. Narin.
Baldırlar. Güçsüz kasların cemeresini üstlenen dizlerim. Bacaklar.

Kalçam. Hayat organlarımın evi. Bedenimi taşımakla kalmayıp, tüm sıkışıklıklarımı kabul eden kalçam. Hatta hatta yılların, asırların, nesillerin tıkanıklıklarını barındıran kalçam.
Yumuşak karnım. Beni kollayan, saklayan, koruyan. Başına hep dert olduğum solar plexus. Egomla geçinemeyen, sıkıntı çeken güneş sinir ağı. Midemi, beni dalgalandıran nervus vagus. Dengesiz, huzursuz, tatsız.

Sıcacık, can kalbimi saran dost akciğerler. Göğüs kafesi. Bütün ömrümü üstlenen nefes.
En sonunda açmayı, genişletmeği başardığım omuzlarım. Narin, zayıf kollar. Aşağı bakan köpekte, yüzerken, sevenlerime el sallarken, yazıp çizerken benle hareket eden kollarım. En değerli varlığım, ellerim. Onlarsız olamam. Parmaklarım.

Boynum, hayatımı yönlendiren gırtlak. Tiz, çocuk, çatlak, sevecen, kırıcı, boğan, sessiz ses.

Saçlarım ve gözlerim ve tüm duyularla başım.
Beyin. Düşünceler. Vazgeçtiğim, vazgeçmediğim düşünceler. Ulaşabildiğim duygular. Anlamlandıramadığım duygular. Bedenimin kan akışı gibi, sıvı akışı gibi, oksijeni gibi dolaşan ve hayatımı elinde tutan duygular.

Sonra bedenine baktım.
Ne kadar aynı. Ne kadar ayrı.

Göz göze bakıştığımda hücrelerimiz arasındaki fark nedir? Benim göz hücrem ile ayak başparmak hücrem arasındaki mesafeden daha mı uzaktır? Mesele sadece kendini daha ayrı daha farklı hissetmek midir?

Sana seslendiğimde benim hücrelerimin titreştirdiği ses, senin hücrelerini de aynı frekansta titreştirmez mi?

Kokular, duyular, korkular, acı, hüzün, hangimize bir diğerimizden daha uzak?

Sevinirken el ele tutuşmak niye?

Aradaki boşlukları en çok dolduran mı birbirine en yakın olur?

Hücreler arasın da boşluklar mevcut değil mi? Bir organ kendini diğer organdan ne kadar farklı veya ne derece ayrı bilir?

Sormak istediğim…

                           İç dünya ile dış dünya birbirinden ayrı mıdır?
                           Farklı olmak neyi ifade eder?
                           Ayrılıkların, bölünmelerin mesafesi ne kadar?
Zaman ve mekânın sınırları ne kadar etkindir?
                           Biz neredeyiz?
                           Ben ne kadarım? 
                           Ben kimim?







iris

Torba – Bodrum
Temmuz 2012

10 Temmuz 2012 Salı

BİR DUYGU




Aşk bir duygu.
Bizi illaki de içine doğru çeken.
Kendine yönlendiren.
Girdabına sokan.
İstemsizce.
Kontrol dışı.

Tüm bedenimizi, benliğimizi, duygularımızı, düşünemeden kendine akıtan.
Gücü ve tüm hızıyla.
Biraz şiddetle daha çok tutkuyla.
Sarıp sarmalayıp içine alan, aldığı gibi bazen da en uzağına öteye fırlatan
Korkutan karıştırıp kaçıran
Bir duygu.

Hepimizin bir gün bir yerlerde hissettiği
Aslında hayatımızın bir parçası. Belki de olmazsa olmazı.
Her davranışımızın içinde
İlişkilerimizin ilk koşulu.

Tüm niyetlerimiz.
Dualarımız.
Arzularımız.
Yaratım.
Yapma güdüsü..

Aşktan

Hatta Korkup ürktüğümüz, dona kaldığımız anlar hep ondan
En yüzeysel ilişkiden en derin en duyarlı ilişkilere kadar, tüm ilgimizi çeken, merak uyandıran yenilikler, hevesler, heyecanlar aşktan.

Yaşamımızın sürme nedeni aşk.
Ama fark ederek ama bilinçsizce..

Aşk sadece, sevgili için pırpır uçarken, fırıldak gibi dönerken,
İlla ki duygularımızın bizi bizden çıkarması değil.

Her gözümüzü açtığımız, her kapadığımız.
Her nefes, boğazımız da ki yutkunma, midemizin hareketi, yüreğin her hücremizde ki atışı, her başımızı çeviriş, eline kalem alış, gülüş
Bir koku, bir renk, bir ses, bir söz, bir melodi…
Hep aşk

Zıplamak, ilk uzanış, hafif bir temas, gülümseme, kaçış, ürperti, küstüm, yoksun, hiç bitmesin…

Hep aşkın işi
Tutkuyla sahiplenmek, sincap gibi kaçmak, öfke ile sarsılmak, neşe ile fırıldamak, korkudan körleşmek

Hep aşktan

Yağmur neden yağıyor?
Fırtınalar, güneşin doğuşu, ölüm, topraktan yeşil filizlerin baş vermesi

Hep aşktan


Aşk öylesine bir duygu işte;
Dokusuyla, dokunuşuyla, yaşıyla, acısıyla
Hüzün de var içinde vazgeçilmezlik de

Bizim için

Birlikte oluşturduğumuz her şey için
Dünden bugüne, bugünden yarına akmak için
Var olmak için

Biz O’ndan geldik O’na gidiyoruz
Kaybolmadığımız her an O’nunlayız

Aşk






iris
Torba, Temmuz 2012

TOHUM





Güçlü eller
           Kocaman avucu

Uzun dolgun parmaklar
         Boğumlu eklemleri ile


ERKEK


Dalsın toprağın içine
           Tüm tohumlar karışsın…

Güneş, rüzgâr, yağmur,
           Aracı olsun yaratıma

Renkler, tuval, resim,
              Bakanın gözünden
                            Tekrar yaratılsın…


KADIN
          Doğadan tekrar doğsun






iris

Eski Datça
Haziran, 2012

28 Mayıs 2012 Pazartesi

NEFES







Hayat demek nefes demek
Nefes’le var oluyoruz
Tüm canlılar nefes aldığımız sürece var yaşıyoruz
Nefes demek can demek
Aldığımız nefes kadarız. Verdiğimiz nefes kadarız.
Aldığımız ve verdiğimiz nefes kadar bütünleşiyoruz.

Nefesimiz bizi yansıtıyor
Hepimizin nefesi farklı.

Tüm metabolizmamız nefesimiz üzerinden düzenleniyor
Hayatımız nefesimizden oluşuyor, değişiyor, olgunlaşıyor
Kimi zaman kısa, kimi zaman uzun, kesik, tutarak, derin, yavaş, yüzeysel, açık, sıradan
Sudan, topraktan, rüzgârdan, sevgiden, doruktan
Soluyarak yaşıyoruz.
Duygularımız nefesimizde, düşündüklerimiz nefesimizde, davranış biçimlerimiz nefesimizde, konuşurken, gülerken, ağlarken hep nefesimizden oluşuyoruz.

Hayatımızın imzası bizim nefesimiz
İlmek ilmek dokunuyoruz, dokuyoruz

Birbirimize en yakın olduğumuz anları nefesimizde hissediyoruz.

Yaşamın acı, tatlı anları nefesimizde
Mevsimler, yiyecekler, kokular, korkular, hazlar nefesle can buluyor
Ve nefesle yaşama dâhil oluyoruz


En derin içsel yolculuğa nefesimizi fark ederek çıkabiliyoruz.
Benliğimizin derinliklerine nefesimizle ulaşabiliyoruz.
Hayatımızın akışı, ritmi nefesimizle oluşuyor.

Belki hiç konuşmasak yani boşuna nefes tüketmesek, nefesimizi hissederek, birbirimizi daha iyi anlıyoruz.

Nefesi göğüs kafesinde hissetmek, nefesin kalbin önüne ve arkasına gittiğini fark etmek ve nefesle kalbe dokunmak. Nefesin diyaframa oradan mideye ve tüm iç organlara gittiğini bilmek. Nefesin içimizden dışımıza yönlenmesine şahit olup, tüm hücrelerimize ulaşmasını bilmek. Bedenimizin en uç noktalarına nefesle dokunmak ve aynı nefesin tüm bedeni dolaşarak hayata, yaşama karışmasına izin vermek.

Nefes olmak..
Yaşam olmak..

Yaşama karıştığımız bu noktada tüm canlıların nefesleriyle buluşmak, birleşmek ve tekrar bedene dönmek.
Ayrı, ayrı sandığımız bu dünyalarda nefeslerimizle buluşup, birleşip tekrar bedenlere geri dönüp ayrılıp, ayrışıp tekrar birleşmek.

Nefes demek ruh demek.
Yoga bedene baktırır.
Yoga içe döndürür.
Yoga kalbe, nefese baktırır.
Yoga ruha dokunur.

Bu yakınlığı kurmak, samimiyet, açıklık, hassasiyet, özen, tevazu, kararlılık gerektirir.
Bu yakınlık kurulunca, huzur, dinginlik, denge oluşur.
Mutluluk, yaratıcılık, sevgi kendiliğinden açığa çıkar.

Bir nefes
Ham
Bir yoga
Sa
Tek nefes
Ham Sa
Tek ritim
Ham Sa
Tek beden

Akış
Tek bir
Tek bütün

Canlanıyor
Ayrışıyor
Karışıyor
Birleşiyor
Bütünleşiyor
Genişliyor
Daralıyor
Kayboluyor

Hep bir bütünlük içinde,
Önce yok oluyoruz, sonra yeniden doğuyoruz.
Bir tek den bir bütün olarak.
Nefesle.



İris
İstanbul. Şubat 2012






18 Mayıs 2012 Cuma

HÜZÜN






Hüzün bu…
Usulca enseme dokunuyor.
Ensemden omurgam boyunca kuyruk sokumuma kadar akıyor.
Hiç de sinsi değil. Tam istediği gibi.. tüm bedenime sızıyor,  yayılıyor,  içten fethediyor. Yumuşacık. Rahatsız etmeden tüm hücrelerime sahip çıkıyor. Beni ele geçiriyor. İtiraz edemiyorum.
Öylece kabulleniyorum.

Benimle bir,
benmişim gibi.
Benden daha çok ben gibi.
Bende de öte.
Bir Hüzün..

Bulut, bulut yayılıyoruz. Yuvarlanıyoruz. Puslu, puslu bakıp, boyun büküyoruz. Boğazıma düğümleniyoruz. Gözyaşı oluyoruz.

Tüm dünyanın, tüm evrenin, tüm bu anın acılarını en derinden, en içimizden hissediyorum.

Çocuk gibi, büzülüp,   küçülüp,   sarılıp sarmalanmak istiyorum…


iris

Mayıs. 2012
Torba – Bodrum




Hüzünle vedalaşalı epey olmuştu. Biliyorum. Ancak hayat sürprizlerle dolu. Geçenler de kendini hatırlatıverdi. Yoga da buna bir vesile ..
Zaman, zaman hüzün gelip beni sarmalıyordu, memnuniyetle kabul ediyordum. Zaman, zaman da tüm bedenimi, aklımı esir alıyordu, elimi kolumu bağlıyor, çökmeme neden oluyordu.
Taa ki, yoga yolunda, bu duygunun, yalan dünyanın bir engel mekanizması olduğunu anlayana dek…
Biz hüzünle bir hayli günler geçirdik, epey uzun beraber yaşadık. Arada tekrar buluşabiliriz, zarar yok. Biz birbirimizi iyi tanıyoruz.
Bu yazı da, sevgi ve saygı ile ona yazdığım bir veda yazısı. Son dokunuş.

5 Nisan 2012 Perşembe

Bir Bağ



Bilmediğimiz bir sonsuzluktan, bir hiçlikten geliyor, anne ve babamızın tam bile değil yarımşar hücrelerini alarak, annemizin rahmine tutunuveriyoruz. Burası bizim için en güzel, en güvenli, en sıcak, en besleyici dolayısıyla da en huzurlu ortam. Böyle olunca da buradan hiç mi hiç ayrılmak istemiyoruz. Ancak zamanı gelince doğuyoruz ve göbek bağımızı kesiyorlar.

İlk ayrılık.

Anne kollarını, anne kucağını, anne memesini kendimizden ayrı algılayamıyoruz. Annemizin gözlerinin taa içine, en derinlerine bakarak var olmak istiyoruz. Kucağından, memesinden, gözlerinden hiç ayrılamıyoruz. Bağları koparmayı arzu etmiyor, ayrı olduğumuzu bilmek istemiyoruz.

Ve bunu hep sürdürüyoruz. Gözlerle bağ kuruyoruz, ellerle bağlanıyoruz, kollarla kucaklaşıp, hiç ayrılmak istemiyoruz. Uzaklaşırsak kendimizi kaybolmuş hissediyoruz. Bağları sıkıştırmazsak kopmuş zannediyoruz. Değil görmezsek, düşünmezsek bile, yok olduk sanıyoruz. Evimize, ailemize, toprağımıza kök salmak istiyoruz. Mümkünse kıpırdamamak, hep aynı pencereden bakmak istiyoruz. Daralmak, ufalmak, tekrar bir cenin olarak anne karnına, o en güzel yere dönmek istiyoruz.

Hayat hareketli, yaşıyor ve sürekli değişiyor. Kendine göre kuralları ve kanunları var. Bir an öncesi, bir an sonrasına benzemiyor. Bir sürü canlı barındırıyor. İnsanların hepsi birbirinden farklı, yaşantıları çeşit, çeşit.  Ayrıca hayat akarken hiç de bize ne yapması gerektiğini sormuyor, hatta aldırmıyor bile. Esmek isterse esiyor, gürlemek isterse gürlüyor, akıyor, taşıyor, yakıp, yıkabiliyor. Bazen de inanılmaz zevklerle, güzelliklerle geliyor, âşık oluyoruz. Sevginin doruklarına çıkıyor, beklenmedik bir anda da bir sakinlik bir huzur içinde kayboluyoruz. Akıyor, coşuyor, uçuyor, düşüyor, oluyor veya olamıyoruz.

Hem sonuna kadar bir şeylere bağlanmak istemek, hem de sonsuz özgür olmak istemek çok zor. Hangisine daha yatkınız bilebilmek imkânsız. Çünkü insanoğluyuz. Korkuyoruz, endişeleniyoruz, küçülüyoruz ve güvensiz hissediyoruz. Büyüyoruz, açılıyoruz, genişliyoruz ve güveniyoruz.

Aslında en derilerden biliyoruz ki; biz hayatın parçasıyız. Hatta hayatın tam kendisiyiz. Düşünemiyoruz ki; eğer ben hayatsam daha da neye bağlanmama gerek var? Hepsi ben. Her şey benle oluyor. Hayat bende akıyor. Hayat ve ben bir bütünüz.

O halde aslımızı yani kendimizi anımsamak için, sürekli, sıkılmadan bıkmadan, hassasiyetle, meraklı bir araştırma içinde bedenimize, nefesimize, düşüncelerimize ve de duygularımıza bakmalıyız. Bunun bir yol olduğunu bilip, belli bir disiplinle, keyif alarak, ufak, ufak kendimizi zorlamadan yolda yürümeliyiz.

Bu süreklilik bizi dingin bir mutluluk ve sakinlikle buluşturacak.

Zaman ve mekânın dahi önemini yitirdiği bu noktada da özgürlük, yaratıcılık ve sevginin bizimle olduğunu biliyoruz.


iris

Ocak.2012
İstanbul

29 Şubat 2012 Çarşamba

ASMA




_ Kesinlikle bu üzümlerden burada olmaz. Çünkü yetişmez.

_ Şunlardan?

_Ondan da olmaz. Asla ve asla yetişmez.

_ Ama biz bu üzümden dikmiştik, az bir su veriyorduk, hoop büyümüştü. Tabii Ankara’da..

_ Orası başka burası başka. Buraların toprağı, havası, suyu asmaya uygun değil. Ancak, şu dağı aşar, 70 km kadar daha gider dağın arkasında ki ovaya ulaşırsan, adı Kara Ova dır. Off offf... Orada ne güzel asmalar yetiştirebilirsin, ne kadar nefis üzümler alabilirsin.

_ Peki.. İri pembe domateslerden yetiştirmek istiyorum. Yanında büyük yapraklı, mis kokulu fesleğenler ekeyim.

_ Pembe domatesler de buraların toprağına pek gelmez. Ama reyhan, fesleğen, adaçayı, nane istemediğin kadar yetiştirebilirsin. Sopasını daldırıver toprağa hemencecik orada oluverir. Bol bereketli yağmurları da yedimiydi istemediğin kadar olurlar. Defne, biberiye, ıtır, kekik daha bir dolu kokulu nevale hep buralarda yetişir. Bin derde deva otlar da her yerden fışkırır. Isırgan, ebe gümeci, turp otu, cibez, arapsaçı, radika. Dağ taş da zeytin ağaçları ile kaplıdır. Erken zeytin, kırma zeytin, çizik zeytin, yeşil, siyah, alacalı, küçük, iri çeşit çeşit ne kadar istersen, zeytinyağı da bol. Doldur üstüne kekiği, al sıcacık ekmeğini, ban ban ye. Limon da sıkabilirsin. Limonlar, narenciyeler, turunç, portakal, mandalina da her cinsiyle istemediğin kadar bol bulunur..
Bizim buralarda bunlardan da var. Bin bereketli nar, milyon çekirdek ballı incir, sarı tüylü ayva.  Buraların iklim koşulları bunlara izin veriyor. Bitkileri de en kokulu ve en dayanıklı cinsten. Sarısabır, begonvil, zakkum.
Hem buralarda taş evlerde oturulur. Sobalarda odun yakılır. Su sarnıçlarda biriktirilir. Çok soğuklarda, şiddetli esen rüzgâr fırtınalarında hiç evlerden çıkılmaz. Güneş açtığı zamanlarda da hep dışarıda yaşanır.

Her yöre de olduğu gibi buraların da iklimi farklı, toprağı, suyu farklı, havası farklı ve de insanı farklı.

Renkler farklı, ilişkiler farklı, düşünceler farklı, insanlar farklı, yaşam farklı çünkü hayat her yerde farklı.





iris

Kasım 2012 Torba
Şubat 2012 İstanbul

26 Şubat 2012 Pazar

Kavga



Bir tarafta hiçbir şeyi umursamadan tüm gücüyle sürüp giden hayat, diğer tarafta bizlerin düşünceleriyle yarattığı tüm gücüyle sürüp gitmek isteyen hayat. İşte kavga buradan başlıyor.

Onbinlerce düşünce, değişik insan, yaratım, güç ve çelişkiler, kavgalar, çıkmazlar, ıstıraplar, açmazlar… Aynı anda hem güneş, hem fırtına, hem sıcak, hem kar… Olması mümkün değil. Hepimizin bir anda gülmesi, hepimizin bir anda mutlu olması veya acı çekmesi, doğması veya nefes vermesi mümkün değil. Çok faktörlü, çok olasılıklı, değişken ve zaman içinde, zamanla akıp geçen bir dünya da yaşıyoruz.

Olanı, beynimizin doğası çerçevesinde anlamağa çalışıyoruz. Bedenimizle hissetmeğe çabalıyoruz. Biraz daha fark etmek, anlamak, anlamlandırmak, ayırt etmek istiyoruz. Bunun için belki de çabalıyoruz, çok çalışıyoruz. Bazen de ipin ucunu kaçırıyoruz, dolup taşıyoruz. Hırpalanıyoruz. Her gördüğümüzü her öğrendiğimizi belleyip, onları evirip çevirip, yeni, yeni şekillere, fikirlere sokup, ezberleyip bir güzel giyiniyoruz. Hatta giydiriyoruz. Sonra hepsini yarına taşıyor, dünü yarına mal ediyoruz. Gelecek endişesinden de bir türlü kurtulup huzur bulamıyoruz. Belki de haddimizi bilmiyoruz ve eziliyoruz.

Doğa nasıl yapıyor? Kendi kanunları var. Bütünlüğü içinde yaşayıp gidiyor. Yani olanı oluyor. Kışsa kış, soğuksa soğuk, kar, rüzgâr, fırtına gidiyor. Isınıyorsa ısınıyor, yeşeriyor, doğuyor, büyüyor, soluyor, ölüyor. Sadece oluyor. Yol yürünüyor zaman geçiyor.

Hepimiz tam tamına bu hayatın içindeyiz. Bizim ne olduğumuz ve ne yaşadığımız hayatın umurunda değil. O olması gerektiği gibi. Doğal yaşamın içinde uyumla yaşamak ve medeniyetin vazgeçilemez nimetleriyle olurken dengeyi kaçırmamak. Kavga etmemeği becermek…




iris

Aralık.2011 Torba
Şubat.2012 İstanbul