6 Nisan 2013 Cumartesi

Kurtlarla Koşan Kadınlar






Kurtlarla Koşan Kadınlar
Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler

Clarissa P. Estes

Bu kitabın önerilmiş olması ve onu okuyor olmam bana bir armağan. Değişik bir bakış açısı, hiç duymadığım öyküler ve mitler, kadın olmanın bin bir yüzü, karakteri, psikolojisi ve daha bir dolu şaşırtan ifadeler, gizem hepsi bir arada. Kitabın başındayım ve çok hızla okuyabileceğim bir kitap değil. Belki de hep bir başucu kitabı olarak kalacak hatta kalması gerekli. Kitabın hayatıma renk, heyecan, merak, mutluluk getirdiğini söylemeden geçemeyeceğim. Meğer uzun zamandır böyle bir kitabın özlemini duyuyormuşum J
Kitabın, benim için değerli olmasının diğer sebebi de vahşi kadının/doğal kadının güçlerinden söz etmesi.


LA LOBA; kurt kadın; Kemik toplar ve kemikler üstüne şarkı söyler ve o şarkı söyledikçe kemikler ete bürünür. Biz de bulduğumuz kemikler üstüne ruh döktükçe oluşuruz, yeniden canlanırız. Kendimizi ve dünyamızı değiştirecek kemikler içimizdedir. Neyin yaşaması, neyin ölmesi gerektiğini anlamayı öğreniriz. Ölmesi gerekenlere ölmesi için, yaşaması gerekenlere yaşaması için izin vermeliyiz. Bir şey kaybolduğunda ücra pelviste yaşayan yaşlı kadına gitmeliyiz. La Loba, aslında alt dünyada yaşar. O kemikleri bulur, tazeler ve yaşatır.

Bir süredir bir seramik atölyesine gidiyorum ve kendim için ufak seramik heykeller yapıyorum. Yoga yapmak, seramik yapmak, toprakla uğraşmak benim için evrenle bir buluşma bütünleşme niteliğinde. Bu kitaptan da etkilenerek son yaptığım ufak bir heykel var, tabii ki bir kadın ve omzunda kocaman gerçek bir kemik taşıyor.


MAVİSAKAL hikâyesi, kadının içsel dünyasının ürkütüldüğü, kıstırıldığı veya çıkmaza sokulduğu zamanlarda başvurulacak çarelerden söz ediyor. İnsanın kendisine, ailesine, uğraşlarına ve hayatın her yönüne dair soru sorma yeteneğini açığa çıkartıyor. Zamanla kadın, her şeyi yoklayan, bir şeyin ne olduğunu bulmak için her yere burnunu sokan vahşi yaratıklar gibi en derin ve en karanlık sorularına doğru yanıtlar arıyor. Ona saldıran güçleri söküp atmakla ve kendisine karşı kullanılmış olan güçleri tersine çevirmekle özgürleşiyor. İşte Vahşi Kadın bu şekilde anlatılıyor.

Kitapta sayfa 79 da Kadınların Düşlerindeki Karanlık Adam diye bir bölüm var. Nerdeyse tüm kadınlar böyle bir rüya görür diyerek anlatılan hikâye, yaklaşık 5 sene önce yaşadığım rüyayı anımsattı. Evim ve işim bana en konforlu hallerini sunarlarken, artık bu şehirde çok kaldım ve kendi adıma yeni bir şey olmuyor diyerek, aniden şehir değiştirdim. Bu değişikliği yaparken de yanıma eskiye ait tek bir şey bile almadım. Tabii yeni hayatımı ayarlamak, oturtmak, alışmak bir süre aldı. Bu sürenin tam da en başında, tamamen farklı bir yerde, yalnız başıma uyurken, o korkunç rüyayı gördüm ve bedenim çılgın tepkiler vererek uyandım. Kendime gelmem için çaba harcamam gerekti. Şimdi bu kitabı okurken o rüyanın ne demek olduğunu anlayabiliyorum. O gün rüyayı anlamlandıramamış olsam da, hayatımda bir dolu değişim tetiklendi ve değişimler gerçekleşti…. Hala da bu süreç devam ediyor. Umarım hep de devam eder. Kitapta bu tür rüyalar için, ‘İnsanı, yeni bir bilme ve oluş tarzına geçmeğe hazırlayan bir kanal yaratır.’ yorumu yapılıyor. Ben, bu gün hayatımın akışının değişmesinden dolayı hayata müteşekkirim.

BİLGE VASALİSA; Vasalisa, kadınların sezgi gücünün kutsanmasının anneden kıza, bir kuşaktan diğerine miras bırakılması ile ilgili bir öyküdür. Bu masalda psişenin tamamlaması için dokuz ödevden söz edilir. Bunlardan *birincisi, fazla iyi annenin ölmesine izin vermektir. Bu gerçekleşince içimizden yeni kadın doğar. İyi anne ile olmak güzel ve rahatlatıcı olabilir ama o içimizdeki en canlı enerjilerin açığa çıkmasını engeller. Ayrıca, iyi olmanın, şirin olmanın, nazik olmanın, hayatın şakımasını sağlamayacağını keşfetmek, bu da *ikinci ödevdir. Yani kaba gölgenin meydana çıkarılması. Nazik olmak, başkalarının hoşuna gitmek adına, kendisi olmamaya razı olmaktır.
*Üçüncü ödev; karanlıkta yolunu bulmaktır. Bunun anlamı, içgüdülerine güvenerek iç dünyanın derinlerine gitmeğe cesaret göstermek. Gerçek ruh gücünü yaşamak. Bilinç dışına giden yolda duyarlılık geliştirmek. İçsel duyumlara güvenmek. Sezgiyi beslemek. Cahil bakirenin biraz daha ölmesine izin vermek. Gücü sezgilere aktarmak. Ve bu sezgisel gücün kadından kadına nesilden nesile akmasını sağlamak.
*Dördüncü ödev; Vahşi cadıyla yüzleşmek. Tek düze hayat, psişede ışıksızlığa neden olmaktadır. Bu zamanlarda vahşi ormana gidip kötü kadını bulmak gerekebilir. Vahşi olan ürkütücüdür ve güçlüdür. Gücü ele geçirmek için güçlünün karşısında ayakta durmak gerekir. Kadınların fazla nazik uyumlu şirin taraflarına karşın, vahşi doğa sözcüğü gibi ‘cadı’ olarak anılan kadınların güçlü taraflarını da ortaya çıkarmaları gerekmektedir. Bu vahşi güç kadınları da erkekleri de korkutabilir ancak ona tahammül etmeği öğrenebiliriz. Güçlü olmak, vahşi doğayla iç içe hayat sürebilmek, öğrenebilmek, bildiklerimize katlanabilmek anlamına gelir. Yalın gerçeği görmek gibidir. Dayanmak ve yaşamak anlamına gelir.
*Beşinci ödev akıldışı olana hizmet etmek; vahşi güçle birlikte kalmak yani onu tanımak anlamına gelir. Gücü tanımak. İçsel arınma güçlerini tanımak. Tasnif etmek, enerji ve fikirler üretmek, beslemek. Hem ölümü hem yenilenmeyi öğrenmek. Vasalisa’nın ödevlerinden kadınların sürekli yapması gereken döngülerini anlarız; düşünceleri temizlemek, değerlerini yenilemek, psişeyi ıvır zıvırdan arındırmak, benliği süpürmek, düşünce ve duygu hallerini temiz tutmak. Yaratıcı hayatın altına kalıcı ateş yakmak ve özellikle kendisiyle vahşi doğa arasındaki ilişkiyi beslemek ve bu amaçla bir yığın yaşantıyı pişirmek. Fikirleri pişirmek. Tefekküre, meditasyona, inzivaya zaman ayırmak böylece vahşi doğanın serpilip gelişmesine yol açmak. Ve tüm bunları tutku ile yapmak.
*Altıncı ödev; bunu şundan ayırmak, elimizde çözüme dair çok bir şey olmadığı zamanlar, onu bırakıp/ bazen uykuya yatıp bazen düş görürken/ malzemeleri ayıklamak, olguları sınıflamak ve çözüme ulaşmaktır. Ve bu özelliğe güvenmek vahşi doğanın bir parçasıdır.  
*Yedinci ödev; gizemleri sormak. Hayat/ölüm/hayat doğasını ve onun nasıl işlediğini sorgulamak. Vahşi doğanın tüm unsurlarını anlayabilmek.
* Sekizinci ödev; Dört ayaküstünde durmak için başkalarını görmeğe ve etkilemeğe dönük büyük gücü yüklenmek ve hayat koşullarına bu yeni ışıktan bakmak ile ilgilidir. Atalarımızdan gelen bilgeliği hayatımız boyunca yanımızda taşımamız öğütlenir. Bilgelik kafatasında, bilgi kalçalardadır. Tüm bu sezgiler erginleşmemizi sağlar.       
*Dokuzuncu ödev; gölgeye yeni bir yol vermekle ilgilidir. Kendi psişesinin negatif gölgesini ve dış dünyadaki kişi ve olayları negatif yönlerini tanımak ve bunlara tepki göstermek için keskin görüşe sahip olmaktır. Ve bu negatif yönleri yeniden dönüştürerek biçimlendirmektir. Olumsuza sürekli bakmak yani onu sürekli bilinçte tutmak onun kurumasına neden olur.
Sezgisini ve güçlerini eline alan kadın bu fazla güçten korkar. Bu normaldir. Ama doğaüstü ses devam etmesini söyler. Ve kadın bunu yapabilecek güçtedir.
Tohumun pislikten ayrılması gerekmektedir. Bunu yapmanın en güvenli yolu da, bize el ederek çağıran şeyler ile ruhumuzdan seslenen şeyler arasında yapacağımız ayrımdır.
Vahşi kadın cesaret eden, yaratan ve yıkandır. Yaratıcı tanrıça, yapar, biçimlendirir, hayat üfler, soluksuz kalındığında da ruhu teslim almak için orada bulunur. Doğa izin istemez.

VAHŞİ ADAM İÇİN İLAHİ: MANAWEE; Bu öykü de vahşi kadına eş olabilecek erkekten söz ediliyor. Kadının içindeki iki güçlü dişil kuvvet anlatılıyor. Bir dış varlık, bir de görülmeyen hızla ortaya çıkıp ani kaybolan diğer varlık. Bu diğer varlık arkasında bir duygu, şaşırtıcı bir iz veya kendine öz bir bilgelik bırakır. Kadın doğasında birbirine zıt gibi görünen ama birbirine bitiştirilmiş ikili unsurlar vardır. İkiliğin gücü büyüktür ve herhangi bir yanın ihmal edilmemesi gerekir. İkiliğin doğasında ölüm ve yaşam beraberdir. Aslında dışarıda olan aynı zaman da içerdedir. Vahşi adam buna bakabilmelidir. Hem vahşi adam hem de vahşi kadın buna dayanabilir ve bu sayede birlikte değişime uğrarlar

İSKELET KADIN; Burada, sevginin hayat/ölüm/hayat doğasını anlamak ve onunla yüzleşmek anlatılıyor. Kurtları gözlemlemek ve onların doğasında birbirlerine bağlılığın derinliğini fark etmek önemlidir. Kurtlarda içgüdüsel sadakat vardır. Bizler ilişkilerimizde bunu yaşatmak isteriz ancak sorunlar yaşarız. Hâlbuki Hayat/Ölüm/Hayat doğası içinde canlanma, çöküş, ölüm ve her zaman sonunda bir yeniden canlanma vardır. Bu doğanın dönüştürücü gücüdür. Bu güce olan inancı asla kaybetmemek gerekir. İnanç kaybolunca korku başlar.


Ve hikâyeler, masallar, arketipler, söylemler, sohbetler böylece akıp gidiyor. Tıpkı hayatlar gibi her şey akıp gidiyor. Kitap da devam ediyor. İlerleyen bölümler de bedenimizden söz ediliyor. Deniyor ki; ‘Beden çok dilli bir varlıktır. Rengi ve ısısıyla, tanımanın heyecanıyla, sevginin parıltısıyla, acının külüyle, uyarılmanın ateşiyle, inançsızlığın soğukluğuyla konuşur. Kimi zaman iki yana salınarak, kimi zaman titreyerek, kimi zaman küçük adımlar atarak aralıksız süren ufak danslarla konuşur. Kalbim hoplamasıyla, şevkin azalmasıyla, kaygının bastırılmasıyla ve umudun yükselişiyle konuşur. Beden anımsar, kemikler anımsar, eklemler anımsar, hatta küçük parmak anımsar. Bellek, hücrelere resimler ve duygular şeklinde yerleşmiştir. Suyla dolu bir sünger gibi, etin sıkıştırıldığı, burulduğu, hatta ona hafifçe dokunulduğu her yerde, bir anı nehir gibi taşarak dışarı çıkar.’ S. 224–225

Kitabı okumaya devam ediyorum, büyük bir şevkle tıpkı yaşam da olduğu gibi. Yaşamı da bu vesileyle daha bir merakla, heyecanla, farkındalıkla belki biraz daha masumiyetle karşılamayı istiyorum ve diliyorum. Sevgiyle ve coşkuyla…



İris Noyan Pala
İstanbul.2013 

öfkeliyim







Evin altında bir mahzen var. Taş duvarlı, loş, rutubetli. Depo olarak kullanılıyor. İçinde de ayrıca iki tonluk su deposu.
Arada sular kesiliyor. Borulardan sular geri çekiliyor. Müthiş gürültü çıkıyor, sular boruların içinde girdap yapıyor. Sonra sular geri geliyor. Gene gürültüler çıkıyor. Bu sefer su tazyik yapıyor ve gayzer suları gibi fışkırıyor.
Mahzen sular altında kalmış. Duvarda çakılı raflar yerinden oynamış. Tüm bardaklar yerlere düşmüş, her taraf cam kırıkları.

Ben öfkeliyim.
Bedenimin mahzenini sular basmış. Duygular karışık, gel-git ler, girdaplar yaşatıyor. İçimin çekmeceleri açılıyor, rafları dökülüyor, rüzgârları esiyor, camları kırılıyor.

Değişim/dönüşüm zamanı mı?

Ben kızgın bedenime bakıyorum.



iris

1.Nisan.2013

4 Nisan 2013 Perşembe

Lucy





Lucy doğanın içinden bir kadın. Belki de dünyanın ilk annesi. Bu durumdan kendinin bile haberi yok. Doğanın içinde, hayvanlarla birlikte yaşıyor. Hayatı bilmek için önündeki tek rehber doğayı izlemek. Doğada ki hayvanların eş bulması, sevişmesi, hamile kalması, doğurması ve yavrularını yaşama hazırlanıp tekrara doğaya salması, aslında Lucy’nin hayatının bir parçası.
Lucy belki de doğada olan her şeyi zaten biliyor. Kendiliğinden. İçgüdüsel olarak.
Lucy’nin erkeğini isteyerek seçtiğine eminim. Çocuğuna en iyi özellikleri verecek, kendisine en güvenli ortamı sağlayacak, onları hiç aç bırakmayacak, tehlikelerden koruyacak, hep sevecek bir erkek. Lucy’ye iyi bir eş, çocuğuna en güzel baba. Âşık.
Erkeğini beğenen kadın onunla tutkulu bir ilişkiye giriyor. Sevişiyor ve tabii ki gebe kalıyor.
Lucy’nin daha önce tecrübe etmediği, tanımadığı upuzun bir gebelik süreci başlıyor.
Onun tüm dikkati kendisinde ve çevresinde. Kendi isteklerini, arzu ve korkularını çok iyi tanıyor.
Kendi doğasına dönük bir kadının bedenindeki değişiklikleri anlamamasına imkân yok. Hayata karşı bu hassasiyet ve güven ayrıca hayatın ona getirdiklerini derin bir tefekkürle kabul etme, zaten onun hayatını olması gerektiği gibi yaşamasına neden oluyor.
Zaman içinde bedeninde olan değişimlere hayret ve merakla yaklaşıyor. Zihnini düşüncelerle doldurmamış olduğu için olmakta olana sakinlikle yaklaşabiliyor. Acı, tehlike, hatta ölüm bile ona ıstırap yaratmıyor. Her şey doğanın bir parçası.
Gittikçe büyüyen karnı, ağırlaşması, bedenen belki de ruhen zorlanması O’nu yıldırmıyor, tam tersine her yeni duruma uyumlanmak için çareler aramasına neden oluyor.
Suyu keşfediyor. Suyun ılık temasını, bedenini okşamasını, onu ve bebeğini rahatlatmasını farkediyor.
Belki de Lucy suda doğurmayı seçecek. Suda doğurmaktan zevk alacak ve su da ona tüm nimetlerini sunacak. Sancılarına destek olacak, onu ve bebeğini temizleyecek, arındıracak.
Doğum sırasında bebek suyun içinden kayacak, anne ile temasını hiç kaybetmeden annesinin içten tanıdığı karnının üstüne gelecek, yakından bildiği anne kalbinin ritmini duyarak, onun rehberliğinde annesini hissedecek, doğrudan yukarı memeye yönelenecek ve kaçınılmaz olarak annesini emmeye başlayacak.
Buna teslim olamayan bir anne düşünemiyorum. Anne memesi de bebeğine en güzel en besleyici sütlerini verecek. Bebek annesinin gözlerini görecek, babasının kokusunu duyacak.
Lucy ve bebeği bir bütün, birbirlerinden ayrılmalarına imkân yok. Doğa Ana’da onlarla beraber.
Hoş geldin dünyanın ilk bebeği Happy.
Seninle dünyaya mutluluk ve barış gelsin.
Dünyanın buna ihtiyacı var.





iris
İstanbul. Ocak.2013