24 Eylül 2011 Cumartesi

Çöp Adam


Çöp Adam



Çöp Adam çizmek. Dünyanın en yaratıcı çizgisi. Sözüm; ben Çöp Adam bile çizemem diyenlere. Hiç yaratıcı değilim, o kadar kabiliyetim yok ki… demek isteyenlere. Yaratıcılığı ve kabiliyeti kendilerinden milyonlarca yıl uzağa yerleştirip, kendilerini bu duruma ikna etmeğe çalışanlara.

Yaratıcılık, ulaşılması çok mu imkânsız bir şeydir. Bizden çok mu uzaktır. Yoksa bir bakış kadar mı yakındır. Belki bir anlık bir his, bir farkındalık, bir düşünce ve bir ifade.


Önce çocuksu bir merakla etrafa bakmak. Olan biteni, belki de hayatı fark etmek. Sonra aynı çocuksu bir merakla bir de kendimize bakmak. Bunu içtenlikle, açıklıkla, merakla yapmak. Biraz zaman tanımak. Araştırmak, soru sormak, cevapları merak etmek. fark etmediğimiz ayrıntıları, yönleri bulmağa çalışmak. Biraz tutku ile tüm dikkat ve enerjimizi yaptığımızda toplamak. Aç kurtlar gibi kaynağa doğru inançla kendimizi vererek ilerlemek. Heyecanlanmak. Yeni bir şeylere ulaşınca sevinmek, mutlu hissetmek, belki de bir tamamlanmışlık duygusu…

Daha ileri gitmek istersek, sınırları fark etmek. Çevrenin bize koyduğu sınırları, bizim kendimize koyduğumuz sınırları fark etmek. Bu sınırlara dokunmak ve biraz da ötesine geçmek. Sınırların ötesinde kaybolunabilineceğini göze almak. Belirsizlik duygusunun zorlayıcı heyecanında kalabilmek. Yeniğe, değişik olana kapı aralayabilmek.

Hepimizin dış dünyası farklı. İç dünyalarımız ise daha da farklı. Gördüklerimiz, algılama biçimlerimiz, bilgileri belleğimize atıp oradan geri toparlamamız ve ifadelerimiz hep farklı. Yetiştirildiğimiz ve yaşadığımız ortamlar, genetik yapılarımız çeşit çeşit. Üstelik bizle birlikte her şey her an değişiyor.

Etrafımızda, evrende, varlığımızda her şey mevcut. Sadece bakılmayı, fark edilmeyi bekliyor. Ve mutlaka ifade edilmeyi. Cesaret ve gayretle.

Ve ifade etmek. Artık bize ait olanı bize en uygun biçimde ifade etmek. Bazen sevinçle, bazen öfke ve kavga ile belki bazen bir huzur dalgası içinde veya eğlenerek yani içimizden geldiği gibi dışa vurmak.

Artık istersek dans edelim, istersek şarkı söylemek, resim yapmak, yazı yazmak, Çöp Adam çizmek, koşmak, ekip-biçmek, yemek pişirmek ve ne olursa olsun. Yeter ki ifade edilsin ve bizde kalmasın. Dolsun, taşsın, aksın, bitsin.

Hepimiz yaratıcıyız. Zaman zaman da kendiliğinden An’da içimizden gelen sürprizler olabilir. Müthiş mutluluk veren, mucize gibi yaratım anları…

Yaratmak hepimize çok yakın.

Çöp Adam çizgisi kadar sade, basit.



iris



Torba-Bodrum

Eylül,2011




5 Eylül 2011 Pazartesi

Zeytin Ağacı


Zeytin Ağacı

Şu ağaçla arkadaş olmak istiyorum. Beni arkadaşı olarak kabul etsin istiyorum. Benden çok çok çok daha yaşlı. O kadar çok sene var ki üstünde, onu çok da güzelleştirmiş. Bedeni, gövdesi inanılmaz kalın. Aslında kısa boylu. Gövdesinin üzerindeki kabuklar olabildiğine girintili çıkıntılı, arada yumrularıda var, güçlü ve güvenli. Kabuklarının rengi içinde yeşili olan bir gri, ayrıca parlak. Kim bilir gövdesinin içinde, kabuklarının altında, kovuklarının detaylarında neler gizliyor. Çeşitli canlılar, böcek aileleri, belki kuş yuvası, sürekli değişen bitkiler, yüzyılların bilgisi, sırrı…

Bu Zeytin Ağacı ile bunun için arkadaş olmak istiyorum. Beni arkadaşı olarak kabul eder mi? Ben şimdiye kadar hep konuşarak arkadaşlıklar kurdum. Mutlaka hislerle bağlar oluşturdum. Hiç konuşmadan arkadaş olabilmek, onu anlamak, kendimi anlatmak pek mümkün olmadı. Bu Zeytin Ağacını sadece sevsem ve onu çok merak edip anlamak istesem. Beni fark eder mi?

Doğa böyle bir şey işte, hem kendine o kadar çok hayran bıraktırıyor, bu da yetmezmiş gibi üstüne bir de bitmeyen bir merak duygusu ekliyor.

Bu zeytin ağacı da öyle. Bir kere o kadar güzel ki, hayran olunmaması mümkün değil. Kalın kısa gövdesini kaplayan müthiş kabukları, ince ince dalları, her biri uçuk gümüşi yeşil yaprakları ve şu an henüz tam olmamış sert oval acı mı acı zeytinleri. Kaç kuşla arkadaşlık kurdular acaba. Kaç çeşit kuş zeytin ağacını evi bildi ve ailesini kurdu. Rüzgârda birlikte savrulurken hangi sırları, bilgileri paylaştılar. Kaç hayat tecrübesi edindiler. Güneş en sert ışınlarını onlar için yolladı. Bu zeytin bu yöreyi ve bu iklimi seviyor. Denizin kokusu, nemi, rüzgârın etkisi, belki çok uzak ülkelerden ulaştırdığı haberleri var. Yağmur bulutları kim bilir nerelerden geçip geldiler ve hangi ülkelerin zenginliklerini taşıdılar.

Bu zeytin ağacının, bu güçlü gövdenin kökleri nerelere kadar uzanıyor ve uzandığı o topraktan kim bilir ne zengin malzemeler topluyor. En kadim bilgi, belki en büyük zenginlik, bolluk topraktan geliyor. Ve zeytin ağacının kökleri hassasiyetle bunları seçiyor ve bedeninin içine alıyor. Harmanlayıp meyvesini veriyor. Bu arada yer altındaki canlılarla da ahbaplık kurduğuna eminim.

Zeytinlerini bana sunuyor. Bende sadece zeytinlerini yemekle kalmayıp zeytinyağını da bildiğim bilmediğim her yemeğe katıp bedenimle buluşturuyorum. Ve zeytin ağacının tüm maceralarını, tüm dostluklarını, tüm bilgeliğini, bolluğunu kendime katıyorum.

Bu Zeytin Ağacı beni dost olarak kabul eder mi? Hayranlıkla uzaktan onu seyrediyorum. Yanına gidip sonsuz bir sevgi ile kalın kabuklu gövdesini kucaklıyorum, meyvesini şükranla bedenime alıyorum ve önünde saygı ile eğiliyorum.

Diğer zeytin ağaçları aklıma geliyor

Ve

Ceviz ağaçları, atkestanesi, vişne ağacı …



İris

Eylül 2011,Torba Bodrum

2 Eylül 2011 Cuma

İnsan Misali


İnsan Misali



Doğa, tüm mucizelerin ana kucağı. En güzel örneği de insan. Ancak ben ağaçlardan söz etmek istiyorum. Özellikle de meyve veren ağaçlardan. Gerçi tüm ağaçların kendine göre verdiği bir ürün var. Benim söz etmek istediğim, bizim bildiğimiz, anladığımız türde meyve. Meyve değince hemen aklımıza gelen. Güzel renkli, müthiş kokulu, albenili, inanılmaz lezzet de ki mucizeler…

Görür görmez gözümüzü bayram ettiren, ağzımızın suyunu akıtan, kokuları inanılmaz duygular uyandıran, ellediğimizde içimizi uçuran mucizeler. Biliyoruz ki tüm ağaçların meyveleri aynı olmuyor. Hatta aynı ağacın tüm meyveleri bile birbirine benzemiyor.

Sözünü etmek istediğim konu bu. Aynı bahçeden bile olsa birbirinden farklı oluşan meyveler. Aynı ağaçda birbirinden farklı meyveler. Kimi daha oluşmadan yok olup gidiyor. Bazen bir don geliyor, tüm meyveler çiçeğe durmuşken donup ölüyor. Bazen bir rüzgâr bebek meyveleri tümden savurup gidiyor. Veya bir kuş gelip meyveyi can evinden gagalayıp gidiyor. Bazen de belki içyapısından, genetik kodlamasından diyelim, gelen bir eksiklik bir anomali yüzünden, büyümesine, gelişmesine izin verilmiyor. Sonra yetiştiği toprağın etkisi, toprağın ne kadar verimli, bereketli olduğu. Ağaca meyveleri için ne kadar zenginlikler sunduğu. O senenin iklim şartları. O sene yeterli yağmur yağıp yağmadığı. Güneş ışınlarının üzmeden, yormadan tatlı dokunuşları. Hatta esen rüzgârın bile ürünlerin en olgun duruma gelmesi için etkisinin olduğunu düşünüyorum.

 Zaman zaman biz insan eli de ağaçlara dokunuyor. Biz insan dokunuşları, meyvelerin oluşmasına katkı sağlayabiliyor, belki aşılama, biraz bakım, gübreleme, belki benim aklıma gelmeyen veya bilemediğim başka doğal faydalı bir iki müdahale. Yani bir meyvenin en güzel halini bulabilmesi için, ağacın ürününü, meyvesini en güzel biçimde bize sunabilmesi için inanılmaz çok sayıda faktörün bir araya gelmesi gerekli. Sözüm şu noktaya geliyor ki, bu doğa mucizesinin tekrar tekrar yaratılıp tekrar tekrar doğaya geri dönmesi için pek çok şart gerekli. Dış etkenler, iç devinim, genetik yapı, gelişme koşulları, bölge, ortam ve daha aklıma gelmeyen veya bilemediğim pek çok koşul.

Demek istiyorum ki, bu oluşan meyve, bu ortaya çıkan ürün çok da kolay oluşamıyor. İnsanın oluşturduğu yaptığı ürünler gibi. İnsanın yarattığı ürünler, sanat eserleri gibi.

İnsan gibi.

İnsan misali.

İris

Eylül 2011, Torba Bodrum