Suyum Ben.
Annem ve babam havanın birer elementi. Oksijen ve hidrojen. Günün
birinde aniden çakan bir şimşek, belki basınç değişmesi veya şiddetli ısı
düşmesi sonucunda oluşmuşum.
Ve dünya üzerine düşmüşüm.
Yağmurum ben. Tonlarca m3 su ile birlikte inmişim yeryüzüne.
Aslında şekilsizim.
Belki da ben bir su damlasıyım.
Şuurumun açık ve net olduğunu söyleyemem. Bilincim kim bilir
nerelerde? Ama duygularım var. Hissedebiliyorum. Dünyanın çeşitli ülkelerine,
kıtalarına, denizlerine oradan da okyanuslarına yolculuk yapıyorum. Bu
yolculuklar süresince farkındalığım arttı mı, pek anlayamadım. Belki zaman
zaman, azıcık da olsa aydınlanma anları yaşamışımdır.
Yeryüzüne indikten sonra, tekrar buhar olup yükseldim,
değişime uğrayıp yağmur oldum. Ve tekrar yağmur olup yeryüzüne düştüm. Bu döngüyü
defalarca ve defalarca yaşadım. Duygularım hep bu döngüleri yaşarken açığa
çıktı. Şuur açılmaları, bilinç sıçramaları hep bu seyahatlerimde oluştu. Hiçbir
şey boşa olmadı.
Aslına bakarsanız tüm bu olanların ne anlama geldiğini
bilmem imkânsız. Sadece şunu söyleyebilirim ki; ancak yaşayan bilebiliyor.
Kimi kez bir şehrin üstüne yağdım. Asfaltları dövdüm,
kaldırım taşlarına düştüm, beton binalara çarptım, paralandım, arabaların,
camların üstünden kaydım, sıcak evlerin içine sızdım. Mutlu mutsuz insanları
hissettim. Farklı, değişik tiplerle karşılaştım, ilişkileri gördüm. Bunların
hepsini yaşadım. Hayat anlatılamayacak kadar çarpıcı.
Kimi kez de çorak bozkırlara düştüm. Kar olup dağlara,
ormanlara yağdım. Buz olup dondum. Sonsuz denizlere düşüp, sulara karıştım. Toprağa
yağdım, dereler boyu aktım. Ve akmak çok çok heyecanlıydı.. Havanın kokusunu,
doğanın bereketini yağmur olup taşımak mucize gibiydi.
Damla olup suya karışmak. Suyun içinde kendinden geçmek,
kaybolmak, sınırlarını yitirmek güzel ancak kaçınılmaz sonum oldu.
Bazen de öyle bir kargaşa içinde buluyordum ki kendimi ne
olduğunu bile anlayamıyordum. Her şey son derece ani oluyor, bir o kadar da
şiddetle ve çabucak gelişiyordu. Girdaplar içinde kaybolup, kütleler halinde
yere iniyorduk. Ve tabii ki felaketlere sebep oluyorduk. İnanın bu zamanlarda
ne yapılabilir, bu felaketlerden nasıl kurtulunabilir hiçbir fikrim olamadı.
Ben de an içinde ne olup bittiğini bilemeden, anlayamadan gürleyip gittim.
Geride bıraktığım yıkıntılardan da beter durumda kaldım. Amansız hallere
düştüm.
Sonunda anladım ki ben en çok toprakla buluşmayı seviyorum.
Çünkü toprağa ihtiyacım var. Önce kuru toprağa yanaşıyorum ve dokunuyorum.
Sonra yavaş yavaş onun içine sızıyorum. İçine doğru sızdıkça önce rengini sonra
ısısını değiştiriyorum. Coştukça coşuyor, karıştıkça kayboluyor, genişledikçe
bütünleşiyorum.
Toprağın da kokusu artıyor, yayıldıkça yayılıyor. Ben yağmak,
yağdıkça çoğalmak, en derinlere inmek, toprağı suya doyurmak, kaybolup gitmek
istiyorum. Toprak da genişliyor, besleniyor ve bereketini arttırıyor. Beni
kabul ediyor.. Doruğa ulaşıyoruz.
Şimdi Toprak Ana en verimli döneminde. Çünkü doğurgan.
Topraktan ayrılmak istemiyorum. Ben onsuz şekilsiz, şuursuz,
bir o kadar da yalnızım. Bu durum canımı sıkıyor.
Büyük sulara karışmak, kendini kaybetmek çok coşkulu. Ancak toprağa
inmek, toprak aralarına sızmak istiyorum. Toprak ana beni içine alsın, ana
rahminde ki gibi kucaklasın istiyorum. Toprağın ana rahminde kendimi çok
güvende hissediyorum. Tek kalp gibi atıyormuşçasına orada olmak, alabildiğine
dingin kalmak, anlatılmaz huzur verici. Ancak gün gelip de toprak ana rahminden
bana bir yol açıp, yol boyunca akıp gitmeme izin verirse, işte o an da sanki
benim için başka bir yaşam başlıyor. Dere tepe akıp gitmek, atlaya zıplaya,
kafamı taşlarda vura yara ilerlemek, düşüp kalkmak işte yaşamın taa kendisi
diye düşünüyorum. Bu arada da çiçekler, böcekler, balıklar, kuşlar, yırtıcılar,
tanıdıklar, bilinmeyenler yaşamın ayrı birer anlamı.
Elbette bunun böyle sürmeyeceğini biliyorum. Eninde sonunda,
akıp gidip denizlere karışacağım. Büyük akarsular bulacağım. Gün gelecek tekrar
buharlaşıp yükseleceğim. Ve yağmur olup yeryüzüne yağacağım.
Ve bu böyle sürüp gidecek.
Peki sonra..
Benden bu kadar
Sonrasını bilemiyorum.
.
iris
Ankara. Ocak 2013