23 Ocak 2013 Çarşamba

Suyum Ben








Suyum Ben.
Annem ve babam havanın birer elementi. Oksijen ve hidrojen. Günün birinde aniden çakan bir şimşek, belki basınç değişmesi veya şiddetli ısı düşmesi sonucunda oluşmuşum.
Ve dünya üzerine düşmüşüm.

Yağmurum ben. Tonlarca m3 su ile birlikte inmişim yeryüzüne. Aslında şekilsizim.
Belki da ben bir su damlasıyım.

Şuurumun açık ve net olduğunu söyleyemem. Bilincim kim bilir nerelerde? Ama duygularım var. Hissedebiliyorum. Dünyanın çeşitli ülkelerine, kıtalarına, denizlerine oradan da okyanuslarına yolculuk yapıyorum. Bu yolculuklar süresince farkındalığım arttı mı, pek anlayamadım. Belki zaman zaman, azıcık da olsa aydınlanma anları yaşamışımdır.

Yeryüzüne indikten sonra, tekrar buhar olup yükseldim, değişime uğrayıp yağmur oldum. Ve tekrar yağmur olup yeryüzüne düştüm. Bu döngüyü defalarca ve defalarca yaşadım. Duygularım hep bu döngüleri yaşarken açığa çıktı. Şuur açılmaları, bilinç sıçramaları hep bu seyahatlerimde oluştu. Hiçbir şey boşa olmadı.

Aslına bakarsanız tüm bu olanların ne anlama geldiğini bilmem imkânsız. Sadece şunu söyleyebilirim ki; ancak yaşayan bilebiliyor.

Kimi kez bir şehrin üstüne yağdım. Asfaltları dövdüm, kaldırım taşlarına düştüm, beton binalara çarptım, paralandım, arabaların, camların üstünden kaydım, sıcak evlerin içine sızdım. Mutlu mutsuz insanları hissettim. Farklı, değişik tiplerle karşılaştım, ilişkileri gördüm. Bunların hepsini yaşadım. Hayat anlatılamayacak kadar çarpıcı.

Kimi kez de çorak bozkırlara düştüm. Kar olup dağlara, ormanlara yağdım. Buz olup dondum. Sonsuz denizlere düşüp, sulara karıştım. Toprağa yağdım, dereler boyu aktım. Ve akmak çok çok heyecanlıydı.. Havanın kokusunu, doğanın bereketini yağmur olup taşımak mucize gibiydi.

Damla olup suya karışmak. Suyun içinde kendinden geçmek, kaybolmak, sınırlarını yitirmek güzel ancak kaçınılmaz sonum oldu.

Bazen de öyle bir kargaşa içinde buluyordum ki kendimi ne olduğunu bile anlayamıyordum. Her şey son derece ani oluyor, bir o kadar da şiddetle ve çabucak gelişiyordu. Girdaplar içinde kaybolup, kütleler halinde yere iniyorduk. Ve tabii ki felaketlere sebep oluyorduk. İnanın bu zamanlarda ne yapılabilir, bu felaketlerden nasıl kurtulunabilir hiçbir fikrim olamadı. Ben de an içinde ne olup bittiğini bilemeden, anlayamadan gürleyip gittim. Geride bıraktığım yıkıntılardan da beter durumda kaldım. Amansız hallere düştüm.

Sonunda anladım ki ben en çok toprakla buluşmayı seviyorum. Çünkü toprağa ihtiyacım var. Önce kuru toprağa yanaşıyorum ve dokunuyorum. Sonra yavaş yavaş onun içine sızıyorum. İçine doğru sızdıkça önce rengini sonra ısısını değiştiriyorum. Coştukça coşuyor, karıştıkça kayboluyor, genişledikçe bütünleşiyorum.

Toprağın da kokusu artıyor, yayıldıkça yayılıyor. Ben yağmak, yağdıkça çoğalmak, en derinlere inmek, toprağı suya doyurmak, kaybolup gitmek istiyorum. Toprak da genişliyor,  besleniyor ve bereketini arttırıyor. Beni kabul ediyor.. Doruğa ulaşıyoruz.

Şimdi Toprak Ana en verimli döneminde. Çünkü doğurgan.

Topraktan ayrılmak istemiyorum. Ben onsuz şekilsiz, şuursuz, bir o kadar da yalnızım. Bu durum canımı sıkıyor.
Büyük sulara karışmak, kendini kaybetmek çok coşkulu. Ancak toprağa inmek, toprak aralarına sızmak istiyorum. Toprak ana beni içine alsın, ana rahminde ki gibi kucaklasın istiyorum. Toprağın ana rahminde kendimi çok güvende hissediyorum. Tek kalp gibi atıyormuşçasına orada olmak, alabildiğine dingin kalmak, anlatılmaz huzur verici. Ancak gün gelip de toprak ana rahminden bana bir yol açıp, yol boyunca akıp gitmeme izin verirse, işte o an da sanki benim için başka bir yaşam başlıyor. Dere tepe akıp gitmek, atlaya zıplaya, kafamı taşlarda vura yara ilerlemek, düşüp kalkmak işte yaşamın taa kendisi diye düşünüyorum. Bu arada da çiçekler, böcekler, balıklar, kuşlar, yırtıcılar, tanıdıklar, bilinmeyenler yaşamın ayrı birer anlamı.

Elbette bunun böyle sürmeyeceğini biliyorum. Eninde sonunda, akıp gidip denizlere karışacağım. Büyük akarsular bulacağım. Gün gelecek tekrar buharlaşıp yükseleceğim. Ve yağmur olup yeryüzüne yağacağım.
Ve bu böyle sürüp gidecek.
Peki sonra..
Benden bu kadar
Sonrasını bilemiyorum.
.




iris

Ankara. Ocak 2013 

7 Ocak 2013 Pazartesi

ANKARA





Ankara’da güneşin batışını gördüm. Önce sarı altın renginden bakıra doğru değişti sonra her taraf kıpkızıl oldu. Birazdan da mavi gri lacivert bulutlar bu duruma eşlik etti. Tam da mesai bitim saati Ulus’tan geçiyordum. Gençlik parkının arkasından gün batımı, Anıttepe’den, Çankaya’dan, Oran’dan, İncek’ten. Türkiye’nin en güzel gün batımları bu kette diye düşünüyorum.
18 sene Hülya sokakta oturdum. 3 üncü kat olmasına rağmen asma ve üzüm salkımları ile kaplı balkonumuzdan en şahane günbatımlarını seyrettim. Her gün, yaz kış, baharlarda renk renk, çeşit çeşit güneşin batışını gördüm.
İlkokulu, liseyi bu şehirde bitirdim. Üniversiteye Ankara’da gittim. Evlendim. Kızım oldu. Çalıştım. Kaç mesai bitirdim.

60 ihtilalini Kızılay’daki evin penceresinden hangi çocuk bakışı bilinciyle izledim hatırlamıyorum ama gözümü kapatarak yürüdüğüm Kavaklıdere sokaklarını, kuğulu parkı çok net hatırlıyorum. Zamanla Kuğulu park küçüldü, kavak ağaçları azaldı, cinnah caddesi farklılaştı ve Çankaya’ya giden yolların çehresi değişti. Ankara büyüdü, biz olmaktan çıktı. Ben küçüldüm, dar alanlara sıkıştım. Sıkıldım. Beklide biraz küstüm.

Şimdi Ankara’da oturmuyorum.

Ankara’nın havası da serttir. Taviz vermez. Soğuğu keskindir. Mevsimleri nettir. Baharları uzun sürer. Heyecanını birlikte yaşarsınız. Gri binaları, sokakları vardır. Sarı gri Ankara taşından anıtları heykelleri vardır. Güven parkı sizi karşılar. Bu şehir insana güven verir. Sınırlarınız bellidir. Yüzünüzü ne tarafa dönerseniz dönün sırtınızı her zaman yaslıyabileceyin bir Ankaralı vardır. Ata’nın çehresi gibidir.

İnsanı da tıpkı Ankara’ya benzer. Dik başlı, gururlu aynı zamanda mağrur. Güven veren, sadık, dost. Uçarı değildir, sözleri havada kalmaz, uçup gitmez, hatta adeta taşa yazılır. Bu nedenle arkadaşlıklar, dostluklar hiç bitmez. Unutulmaz, bırakılmaz. Bir sokak köşesinden aniden bir sıcak gülüşle karşınıza çıkar. Sessiz,  renksiz sokakları sarı salon ışıklarıyla ve arkadaş toplantılarıyla aydınlanır. Ayrılsanız bile sizi bırakmaz. Vazgeçemezsiniz.

Bir baş şehrin tüm vaatlerini yerine getirir.

Güzel Ankara… Seni görmek ister her bahtı kara.

Hükümeti, devlet dairesi, askeri erkânı, fakülteleri, hastaneleri hep bahtı karaların yolunu açmak içindir.

Başkenttir Ankara.




iris
Ankara. Ocak 2013