DÜŞ
Hayalin harikalar dünyasına dalmak her sanatçının en güzel,
en istediği düşüdür. Yeter ki o hayal dünyasının içinde olsun, daldan dala
yuvarlanıp devrilsin, uyusun, uyansın, renklerle öpüşsün, müzikle sevişsin,
halden hale yoğrulsun, düşlerine kavuşsun. Arzu eder ki, gümbür gümbür dalgalanarak,
su olsun okyanusa ulaşsın. Hücrelerinle tek tek muhabbet ederek dağılsın, yok
olsun, çok olsun. Ömrü hayatını da işte böyle geçirsin.
İnanılmaz olan şudur ki, bu en ulaşılmaz âlemlere geçiş
kapısı ve bu kapının anahtarı dünyada ve biz dünyadakilerin elindedir. Sadece
biz dünyalı sanatçılar ona sahibizdir. Ancak bilmeliyiz ki; Dünya nimetlerine
dokunmadan, insanlarla tek tek buluşup hasbıhal etmeden, muhabbeti
derinleştirmeden, hisleri ortalığa dökmeden, mürekkebini yalayıp, çamurunu
yoğurmadan, yollarını aşındırmadan bu anahtara ulaşmak mümkün olamıyor.
Suyuyla, havasıyla, acısıyla cebelleşmeden elimizdeki anahtarın nimetlerini
anlamak mümkün görünmüyor.
Diyelim ki tüm kapıları açacak anahtarı bulduk, elimize
aldık. Sanmayalım ki artık her şey tamamdır. O anahtar ki elimizi aynı anda bi
yakar bi dondurur, Allah…. Nasıl elimizden fırlatıp atacağımızı bile şaşırır
kalırız. Farz edelim ki bunların hiç biri olmadı, bir bakarız ki o anahtar
elimizden sessizce, su gibi akıp gitmiş. Veya veya tam eşikteyiz, kapıya
dayanmışız, elimizde en güzel en uygun anahtar, kilit münasip, fakat ama ancak
kapı açılmıyor. Nedensiz, niçin siz, mülksüz, kimliksiz kalıveririz.
Nedir bizden istenen bilemeyiz. Artık bitmişizdir, çökeriz.
İsyan ederiz, bağırır, çağırır, yakarır,
çırpınırız. Bir yardıma, imdada, desteğe ihtiyacımız vardır. Bir el, bir omuz, bir
yüz ararız. Bir söz duymak isteriz. Ses bekleriz. Lakin cevap hazırdır, çıkıp
geliverir. Çokta iyi bildiğimiz bir şeydir. Sonsuz bir sessizlik, ilahi bir
dinginlik.
Kalırız, nefes dahi almak istemeyiz.
Nerdedir o beraberce oynayacağımız oyuncaklar, birlikte
oyunlar kuracağımız insanlar? Hani bizi sımsıcak, yumuşacık saracak olan
sevgililer? Vaat edilen ahenkli,
rengârenk harikalar cenneti? Âşıklar
diyarı?
Tam da bu anda, ister inanın ister inanmayın ama bizden de
istenen tek bir şey vardır. Eskisinden de daha güçlü bir şekilde ayağa
kalkmamız. Keyfin neşenin doruğunda mışcasına hareket etmemiz. Ve yürüyüp
ilerlememiz. En baştan hatta daha da baştan, en derinden tekrar işe koyulmamız.
Of …. Ne halt etmeğe gelmişizdir ki bu kapının önüne,
eşiğinin üstüne, aklın mantığın çalışmadığı, dimağın durduğu hallerde buluruz
kendimizi. Beklide her şeylerin bittiği noktadayızdır. Ve hala kapının arkasını
istemekteyizdir. Düş dünyasını. Neden bunca istenir ki bu kapının arkasındaki
düş dünyası.
Bilemeyiz ki yaşadığımız bu gerçekler dünyası ile arasında sadece
bir adım vardır. Sadece bir kapı mesafesi. Belki de kapı bile değil belli belirsiz
bir tül, varla yok arası. Belki de o bile yok. Bizden istenense, beklenense
yumuşacık bir geçiş, usulcacık bir kayış.
Ama yok. Sanki ayağımız kopmuşta, yüreğimiz yarılmışta,
aklımız yitmişte kalakalmışız. Sabitlenmiş dünyalanmışız. Hâlbuki nesi kötüdür
ki dünyalı olmanın. En güzel gözlerle bakan her insan güzellikleri görebilir.
Güzel insanlar, mavi yeşil dereler tepeler, çağlayanlar, ormanlar, renkler ve
kuşlar. Güzel dostlar, aşklar.
İnatla neden istenir o düşlerin dünyası?
Çünkü Bir kere o düşlerin içine düşmüşsündür. Biliriz,
tanırız o düş dünyasının düşlerini. Onlar bizimdir. Biz onların. Hatta biz
onların içinden gelmekteyizdir. Biliriz ki yaratım ordadır ve ondandır. Biz o
yuzdur.
iris.
Kasım.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder