10 Eylül 2015 Perşembe

Sıkışık



Sıkışık.
Hem de çok sıkışık.
Üstelik sıkışık olan kafam.
Beynim kafatasımın içinde sanki sıkılı, Cenderede gibi.
Korkunç bir basınç var. İçten ve dıştan.
Ağrılı. Sancı da başladı.
Sanki kafatasımı dıştan ayrıca kalın bir bandajla sarmışlar, bastırıyorlar, sıkıyorlar. Dayanması zor bir durum.
Zorlama. Zorlanma.
Kan da var. Kan kırmızı.

Biz hep mi böyleydik.
Bir zamanlar sonsuz genişlik yok muydu?

Sonsuz genişlik, rahatlık. Uçsuz bucaksız. Sınırsız.  Boş bomboş boşluk. Belirsiz. Hareketsiz, güvenli.
Hafif.
Sonsuzluğun belirsizliği daha mutlu olabilir mi?
Güzellikler nerede?
Uçsuz bucaksızlığın boşluğu net olabilir mi?
Renkler yok mu?
Ya zaman ve mekân?
Ya Şimdi?

Artık her şey toplandı, netleşti. Önce yoğun bir noktacık, geldi rahme yapıştı.
Bu noktacık büyüdü, genişledi ve çoğaldı. Beyin, beyincik, omurilik, sinir ağları, kollar, bacaklar ve çeşit çeşit uzuvlar..

Ama sıkışık. Daha da çok sıkıştık.

Belki parmak izi bile oluştu.
Beyin, kafatası, yüzüm, nefesim sıkışık. Gene kan. Rahim ağzına dayandık.
Kafamda korkunç bir ağrı ve basınç.
Dönüyor her şey, adeta bir girdap gibi biraz da bulantı. Başım.
İçten ve dıştan. Zorlanıyorum. Sancı, ızdırap. Doğum.

Sonunda;
Aydınlık ve geniş. Ağır. Farklı.
Yüzüm, gözlerim, bedenim, saçlarım, bir parmak izim bile var.
Belki bir de mührüm olur. Bir de tapum. Toprağım.

Artık her şey anca bir parça toprak.




iris
Torba. Eylül 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder