25 Ekim 2012 Perşembe

DUDU





Dudu. Bir köylü kadını değil. Şehirli hiç değil. Görür görmez, tanır tanımaz sevdiğim bir kadın. İlk olarak bizimle çalışmak için geldi ve hep arkadaşım olarak kaldı.  Kızılağaç beldesine bağlı Çilek köyünden. Kocası Dursun. O da çilek köyünden. Dudu ve Dursun, analarından atalarına Çilek köylü. Çilek’te bir evleri var. Sadece kışın oturuyorlar. Sobası var. Vadiden yükselen tepenin üstünde. Kışın hep güneşli. Vadinin diğer yamacı ise zeytinlik. Bir baştan bu ortaya Dudu’nun, diğer baştan şu ortaya kadar da Dursun’un zeytinleri..

Zeytinlikleri de aşıp en tepeye ulaştığında denizi görebiliyorsun. Uçsuz bucaksız Gökova körfezi. Alabildiğine koyu, alabildiğine lacivert. On beş dakikalık bir iniş yolu da seni Yalı beldesine ulaştırıyor. Bodrum’un en güzel koyu. Gökova körfezi tam buradan başlıyor. İri, oval, sıcacık çakıl taşlarıyla. Girer girmez hemen derinleşen sular ve arkada makili dağlar. Mavi gök. Pırıl pırıl.

Dudu, bir kere görebileceğiniz en güzel, en güler yüzlü kadın. Kahkahasını metrelerce öteden tanıyabilirsiniz. Son derece zeki. Ama asıl önemlisi, hayatı sağduyusu ile öğrenmiş. Yaşamı kendinden. Doğayı kalbinden tanıyor. Hayatı doğallıktan izliyor. Can göz bebeklerinde. Acıyı acı, tatlıyı tatlı biliyor. Dolaysız. Açık. Olduğu, geldiği gibi..

Dudu’dan öğrendiğim ve öğreneceğim çok şey var.

Önce kayınvalidesi yatağa düştü. Arkasından babasını kaybetti. Hep bizimle birlikte çalıştı. Kendisine nerede ihtiyacımız oldu ise o işimize koştu. Bu mevsimin son günlerindeyiz ve Dudu hala bizimle birlikte çalışan tek kişi. Şu günlerde babasının, kayınvalidesinin, on ikinci gün ve elli ikinci gün dualarını okuturken, kızı Sevgi’nin düğün davetiyelerini dağıtıyor. Davetiyelerin yanında mutlaka bir şal, bir tshirt, bir havlu hediyesi de var. Sevgi’nin evinin eksikleri, bir İstanbul’da bir burada düğün, kınası ve Dudu’nun kahkahaları..

Çok iş var. Düğün bitecek, zeytin var. Zeytine gidilecek, toplanacak, taşınacak, sıkılacak işler hiç bitmeyecek, ama yapılacak. Dudu bundan emin. Çünkü kendinden emin. Çünkü kendinle ve hayatla barışık. Kendini ve hayatı seviyor. Acı tatlı doğal.

Dün yağmur yağdı. Bildik Bodrum yağmuru. Kovadan su dökercesine. Deniz patladı. Dalgalar denizden çıktı yola, duvarlara vurdu. Her taraf yağmur rengi deniz çamur. Bu gün ortalık süt liman, dün kaç kez kurutamadığımız çoraplarımızı bıraktık ayak parmak uçlarımızı güneşe serdik, ısınsınlar. Etraf dümdüz. Ses seda yok. Sonsuz sükût. Gök mavi. Beyaz topak bulutlar var. Her şey ıslak ve parlak.

Bu mevsimin ilk yağmuruydu. Buraları için çok kıymetli bir zaman. Kavurucu sıcaklardan sonra, sezonun yorucu kalabalıklarından sonra bir ilk. Dudu dedi ki; yarın biraz geç geleyim. Çilek’te uyanayım. Bahçeme bakayım. Bana da döndü ve ilave etti; hemen toprağını eşele, tohumlarını serp, ne varsa maydanoz, nane, tere. Soğan, pırasa dik, bir aya kalmaz yeşerirler. Çıtır, çıtır kopar. Zeytinyağında çevir. İstersen sarımsaklı istersen sade ye. İşte sana akşam yemeği.

Hayatı hafifleten bir kadın.

Dudu, senden öğrendiğim ve öğreneceğim çok şey var.



iris
Ekim. 2012


1 yorum: